USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Biz bu topraklara, bu toprakları öperek geldik...

27-05-2021

Oysa kolay mıdır o dönemde bir Türk olarak ülke dışına çıkmak? Komünist rejimin hüküm sürdüğü Bulgaristan’da!

 En çok ben ve kuzenim sevinmişti galiba bu olaya; ben 7, kuzenim ise 8 yaşındaydı.

 Büyüklerimiz yolculuk hazırlıkları yaparken biz ise Bulgarca okul kitaplarını ve her gün okula giderken

 takmak zorunda kaldığımız ’’vatovrıska’’ dediğimiz önlüğü yakmak ile meşguldük. Köyümüz biraz yüksekteydi,

 bir anten ile TRT ‘yi izleyebiliyorduk. Hatta; Orhan Gencebay filmlerinde yakın komşular toplanırdı evimizde.

 O filmlerde gördüğümüz, bize hep öğretilen, ismi bazen gizli, bazen çok açık söylenen Türkiye’ye anavatana gidiyorduk.

 Bir kalabalık hatırlıyorum bizi uğurlamaya gelen, başka bir köyde yaşayan anneannemi, dayımı hatırlıyorum.

 Bir taraftan anavatana giden kızı için sevinirken diğer taraftan ayrılığın acısını içinde yaşayan annennemi …

Daha o zaman anlamıştım veda etmenin ne zor bir şey olduğunu. Beraber çelik çomak oynadığım, okul çıkışlarında kavga ettiğim,

 mantar topladığım tüm arkadaşlarımın kamyonun arkasından el sallaması ile anladım vedanın ne zor olduğunu.

 Ha birde çocukluk aşkına veda! Yolculuk çok hatırımda değil aslında, uzun kamyon kuyruklarını hatırlıyorum sadece.

 ’’İşte burası Türkiye’’ dediklerinde, herkesin toprağı öpmesi hatırımda. Geride bıraktığımız sevdiklerimizin üzüntüsü ile

 anavatana kavuşmanın sevincinin karışımı gibiydi sanki bu kutsal toprakları öpmek! Peki şimdi ne olacaktı?

Nerede kalıp, nerede çalışıp, nerede okula gidip, nerede yaşayacaktık? Tüm bunlar belirsizliğini korurken Türkiye Cumhuriyeti Devleti,

 akrabası yada gidecek yeri olmayanları çeşitli yerlere gönderiyordu.

Bizde Balıkesir Savaştepe Öğretmen Okulunda kalmak üzere Balıkesir’in yolunu tutmuştuk.

 Çanakkale’de ilk defa denizi görmüştüm. Kamyonlar deniz kenarında beklerken, bölge esnafı bize yine ilk defa tanıştığım çay ikramında bulunmuştu.

 Ihlamuru tabakta kaşıklayarak içen bizler, zarif bir bardağın içinde ki çayı tadının acı olmasından dolayı pek sevmemiştik aslında.

 Çoğu kişi ilk defa tattığı bu çayı nezaket gereği içerken biten bardakların ardından yenileri geliyordu.

 Şimdi ne kadar müdavimi olsam da o zaman çaktırmadan dökmüştüm çayı.

 Birden denizin ortasında bir şey belirmişti ve gitgide bize yaklaşıyordu.

 Denizin ortasında yüzen bir ev vardı ve ben buna çok şaşırmıştım.

 Hadi benim yaşım küçük, diğer insanlarda ilk defa gördükleri yüzen ev (arabalı feribot) karşısında şaşkınlık içerisindeydi.

 Ne de olsa birçok kişi bulundukları yaşa kadar köylerinin dışına çıkmamış, tarladan başka bir şey görmemişlerdi.

 Ve biz bu yüzen evin içine girecektik. Bu muhteşem bir şeydi!

 Birkaç gün içerisinde Savaştepe Öğretmen Okulunda binlerce kişi olmuştuk. Kalacağımız günler sınırlıydı.

 Çünkü; sadece okullar başlayana kadar burada kalabilirdik.

 Babam ve amcamlar Soma’da maden işi bulmuş, annem ve yengemler ise hiç yabancı olmadıkları tarlada çalışmaya başlamışlardı.

 Komünist sistemden dolayı kimse birikim yapamamış ve Türkiye’ye neredeyse beş parasız gelmişti.

 Kardeşim daha 3 yaşındaydı ve Savaştepe’de okulda kalan sünnet olmamış çocuklar için,

toplu sünnet töreni düzenlenmişti. Kardeşimde sünnet olacakların arasındaydı.

 Savaştepe’de aleni bir şekilde; dualar okunuyor, yeni sünnet elbiseleri ile fotoğraf çekiliyor,

 bir düğün havasında sünnet töreni yapılıyordu. Benim gibi Bulgaristan’da kaçak sünnet olanlar bu tür şeyleri bilmezler.

 Bir gece köye bir sünnetçi gelir ve o köyde sünnet olmamış kim varsa gizli bir şekilde sünnet ederdi.

 Savaştepe’de ki töreni görünce Kapıkule’ye ayak bastığımızda toprağı neden öptüğümüzü daha iyi anlamıştım.

 Okullar açılmadan Bursa’ya yerleşmiştik. Babam ve annem iş bulmuş, bende okula başlamıştım ve Türkçe okuyordum,

 şarkılarımı Türkçe söylüyordum, arkadaşlarım ile Türkçe konuşuyordum.

 Kısacası Türkçe yaşıyordum hayatı… Bu sadece bir çocuğun yaşadıklarıydı…

 Ya asimilasyona karşı direnenlerin yaşadıkları, Ya kamplarda, hapishanelerde işkencelere maruz kalanların yaşadıkları,

 Ya evladı, eşi, babası şehit olanların yaşadıkları?

Şimdi bir daha Bulgar Türkü ya da Bulgar diyecek misiniz bize?

Yazacak mısınız köşenizde kalın puntolar ile? Bu söylemlerde bulunmadan, hassasiyetimizi bir daha düşünün.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?