İkinci kuşak…

İkinci kuşak…

Erdem SAKER

7 yıl önce

Geçen hafta EKOHABER Gazetemizde yer alan 'Aile işletmelerinin yüzde 70'i 2'inci kuşakta yok oluyor'' başlıklı yazıyı okuduğumda, meslek yaşantım boyunca, gerek DSİ'nin, gerekse Büyükşehir Belediyesi'nin uluslararası firmalarla yürüttüğü projeler sürecinde tanıştığım, dünya pazarında iş yapan büyük firma sahiplerinin anlattıkları gözlerimin önünde canlandı ve belki değerli iş ailelerimize ışık tutar umuduyla, hatırımda kalanları sizlerle paylaşmak istedim, bu hafta.Kopenhag'ta tanıştığım genç bir iş adamı bana firmasının başına nasıl geldiğini anlatmıştı. Çok küçük yaşlardan itibaren, tüm tatillerinde babasının fabrikalarında sıradan işçi olarak çalışmış, üniversiteyi bitirdiğinde doktora için arkadaşlarıyla beraber ABD'ye gideceklerini babalarına söylemişler. Babaları size ayda 500 dolar veririz, üst tarafını orada çalışır, kazanırsınız, demişler. Onlar da tamam deyip ABD'ye gitmişler, iş bulup bir yandan çalışmışlar bir yandan da doktora eğitimlerini tamamlamışlar. Döndüklerinde babası fabrikalarının birinde, sıradan bir bölümde işe başlatmış, oradaki başarısı paralelinde daha üst bölümlere geçmiş. Arada geçen 5 yıl sonunda babası kendisini odasına çağırmış ve anahtarı eline vermiş, artık fabrikalar senin, her şeyden sen sorumlusun demiş. Aslında babası da kendi yaşantısında aynı süreçten geçmiş…DSİ olarak Bursa İçme Suyu Projesini yürütürken tanıştığım bir Fransız firması sahipleri kendi hikayelerini anlattılar. Sahipleri diyorum, çünkü 4 kardeşlerdi, gene hepsi benzer tarzda geçen eğitim süreçleri sonunda sistemin çeşitli bölümlerinde çalışmaya başlamışlar ve babaları tarafında yakın izlenmişler. Belli seviyeye geldiklerinde, babaları çağırmış ve birer yıl süre ile şirketi biriniz yönetecek, diğer üçünüz onun yanında çalışacaksınız, demiş ve bu uygulamayı, kendisi izleyerek yaptırmış. Sonunda en küçük kardeşi en yetenekli bulmuş ve işin başına onu getirmiş, diğer kardeşler de onun emrinde çalışmaya devam etmişler. Bu hayat hikayelerini, hepsi bir arada iken, en büyük abi, hiç gocunmadan, gururla anlatmıştı.İnşaat makineleri piyasasında önde koşan bir ABD firmasını ziyaret etmiştik, Uzakdoğu dahil, dünyanın birçok ülkesinde fabrikaları olan firmanın imalat bölümlerini incelemiştik. Firmanın merkezi Chicago'nun güneyinde küçük bir kentteydi, Chicago'ya dönüşümüzde bizi genç bir firma yetkilisi, minibüsü kullanarak getirdi. Yol boyunca süren sohbetimizde, mesleğinin mühendis olduğunu, firmanın yönetim kurulu başkanının oğlu olduğunu öğrendik. Chicago'ya vardığımızda hava kararmıştı, kendisine bu gece burada kal, yoruldun, yeniden 5-6 saat nasıl araba kullanacaksın dedik. Cevap, eğer yarın sabah işimin başında olmazsam şefim notumu kırar, oysa iki ay sonra İsviçre merkezimize çalışmaya gideceğim, çalışma puanlarım düşerse gidemem…Bu örnekleri, yazının başında bahsettiğim haber içeriğinde yer alan, '…Türkiye'de çok tanınmış aile şirketlerinin dağılma nedenleri incelendiğinde, yüzde 43'nün kardeşler arası çatışma, yüzde 19'nun aile içi çatışma, yüzde 19'nun miras kavgası, yüzde 14'ünün kardeş-kuzen-yeğen kavgası, yüzde 5'inin de de aileler arası kavga olduğu görülüyor.'' değerlendirmesiyle karşılaştırdığımızda, bizdeki 'yok olma'' nedenleri çok açık olarak önümüze seriliyor. Ve hemen aklımıza şu soru geliveriyor, acaba büyük firma sahiplerimiz ve aileleri, firmalarının geleceğini sağlam temellere oturtabilmek amacıyla, çocuklarının yetişme sürecinde, onlara olan sevgilerini ruhlarına gömüp, biraz acımasız olabilirler mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI