USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

O kentlerde ışıksız evlerden geriye kalan büyük acı ve yıkım

O kentlerde ışıksız evlerden geriye kalan büyük acı ve yıkım
09-03-2023

Son söz baş söz olsun… 

Büyükşehir Belediyesi’nin davetiyle Hatay’a gittik…

Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ın dönüş yolunda vedalaşmadan otobüste söyledikleri şehir açısından en önemli sözlerdi:

“Şehri biz dönüştüremezsek deprem dönüştürecek.

İnsanlar hala tam olarak farkında değil. Bu işin siyaseti yok… Herkes işbirliği yapmak zorunda. Buraya önümüzdeki günlerde sivil toplum kuruluşlarını, muhtarları da getireceğim… Onların da buradaki felaketin boyutlarını görmesi lazım. Sizi de görmeniz, hissetmeniz için davet ettim. Şimdi elbirliği ile yaraları sarmaya çalışıyoruz. Ama önemli olan bu yıkımı yaşamamak… Yaşanmaması için de vatandaşlara, herkese anlatmamız lazım.”

 Yerinde görmekle televizyon ekranlarından izlemek aynı şey değil.

ŞEHRİN IŞIKLARI HİKAYE ANLATIR

Gün batınca, önce sokak lambaları yanar, sonra birer birer evlerin ışıkları…

Gecenin karanlığı şehre çökünce çirkinlikler gizlenir…

Gün içindeki şehrin betona gömülmüşlüğünü, çirkin, çarpık, kente yakışmayan binalarını, bunaltan trafiğini görmez olursunuz…

Bir yolculuktan dönerken ya da yüksek bölgelerinden şehre baktığınızda şehir sanki binlerce ateş böceği uçuşur gibi masalsı bir görüntüye bulanır. 

Her ışık bir hikayedir aslında… Çoğumuzun aklına aynı şey düşer…

Her ışık bir hikayedir; kim bilir o evlerde neler yaşanıyordur…

“Ben de bu şehrin ışıklarından biriyim” dersiniz… Kendi hikayenizle şehri bütünleştirirsiniz…

Çoğumuz buna benzer şeyler düşünmüşüzdür, şehrin ışıklarını uzaktan gördüğümüzde…

KARA DELİK GİBİ!

Hatay Antakya, Nurdağı, Hassa’ya gittik. Kırıkhan’dan geçtik.

Yıkımı, harabeye dönmüş şehirleri gündüz gözüyle gördük…

Bir de gece gözüyle…

Şehrin sadece sokak lambaları yanıyor…

Binaların, bir zamanlar insanların yuvası olan konutların ışıkları yok…

Hatay’dan geriye ışıksız bir şehir kalmış…

Şehirler karanlığa gömülmüş…  Sadece sokak lambaları yanıyor!

Gün batmak üzereyken kuyu gibi karanlık pencerelerden ışık yerine, derin bir acı, keder, yıkım sızıyor… Her bir pencere kara delik gibi!

Artık deprem illerinin ışıksızlığı bir yıkım hikayesini anlatıyor…

Her yerde yıkılan binalar, tek tük ayakta kalanlar var…

Ayakta kalanlar da devrildi, devrilecek gibi… Cepheleri, camı çerçevesi darma duman…

GERİDE KALANLAR YAŞAMA TUTUNMAYA ÇALIŞIYOR

Binlerce insanın öldüğü, on binlerce insanın yaralandığı, binlerce insanın sakat kaldığı bir afet…

Kamplarda koltuk değneği ile gezen bir ayağı kesilmiş ya da kolu olmayan gençler…  

Belli ki enkazdan çıkmış, ayakları, kolları yaralı sargılı insanlar…

Çadırlarda yaşama tutunmaya çalışan insanlar, sayamayacağım kadar çok çocuklar…

Her şeye karşın kurulmuş olan oyun parklarında, basketbol sahalarında gülüp oynuyorlar.

Kurulmaya başlanmış konteyner kentler…

Deprem bölgesindeki insanların ilk günlerdeki can, canlarını kurtarma feryadı, arama kurtarma çalışmaları yok artık… Şehri terk etmeyen ya da edemeyenler kamplarda ya da evlerinin yakınına kurdukları çadırlarda yaşama tutunmaya çalışıyorlar.

İNSANLIK YOK OLUŞLARA KARŞIN VARLIĞINI SÜRDÜRÜYOR
İnsanlığın evriminde var olan bir şey…

İnsanlık tarih boyunca, büyük savaşlar, afetler atlatarak bugüne geldi.

Her şeye rağmen nefes almaya, yaşamaya, öyle ya da böyle var olmaya devam etmeye çalışıyor depremzedeler…

Biri fısıltıyla dedi ki:

“Biz yaşıyoruz, çocukları kurtardık, eşim de sağ şükür. Yakın akrabalarda kaybımız çok. Kardeşim, ağabeyim öldü. Amca kızımın evlatları, eşi, anası, babası, kardeşleri hepsi öldü. Bir evladı kayıptı, onu da gömülü buldu. ‘Ben yaşayan ölüyüm’ dedi kayıplara karıştı.”

Depremzedeler konuşmuyor genellikle.

Konuşanlar da çekirdek ailelerinden kayıp vermeden, bir kayıp vermeden enkazdan ya da hasarlı evlerinden çıkanlar.

Çadır kamplarda yaşayanların çoğu kentin en yoksulları.

İnsanlar tedirgin.

Suriyeli olanlarla aramızda Arapça bilen Mehmet Çetinkaya ile konuştuk.
Bursa’daki Suriyeliler az çok Türkçe öğrendiler. Hatay’a Arapça bilen çok olduğundan olsa gerek Türkçe öğrenilmemiş, hatta çocuklar da bilmiyor…

Birbirimizin dilinden anlamasak da özellikle de kız çocukları, bir şey istemeden sarılıyorlar. İnsan sıcaklığını hissetmek istiyorlar.
Büyükşehir’den Emire Sorkun'u kız çocukları çok sevdi, sarılıp fotoğraf çektiren kız çocuğu boynundaki kolyeyi verdi; geri vermek isteyince de kaçtı, Emire epeyce koştu peşinden küçük kızın, kolyeyi geri veerbildi... Çocukların yüreği beklentisizce sevgiye koşullu... 

BİZİ UNUTMAYIN!

Biri dedi ki:

“Bizim hayata devam etmemiz, size bağlı. Sizin desteklerinizle biz ayakta kalacağız. Bizi unutmayın.”

Sustum… Siyasetteki Altılı Masa krizinin ülke gündemini nasıl değiştirdiğini, depremzedelerin ve deprem felaketinin nasıl gündemden ötelendiğini hatırladım…
Şehrin elitlerinin çoğu şehirde yok. Ya hasarın az olduğu köy ve kasabalara ya da yakın şehirlerdeki evlere gitmiş…

MASAL KENTİ ENKAZA DÖNMÜŞ

Antakya’yı yıllar önce gitmiştim, kent beni büyülemişti. Bursa’dan sonra yaşayabileceğim tek kentin orası olduğunu düşünmüştüm…

Oğlum Kırıkhan’da askerdi, 22 yaşındaki nişanlısı ile birlikte gitmiştik ziyaretine… Çok tedirgindim, genç kızı ailesi bana emanet etmişti…

Biz Bursa’da dolaşırken her yaştan erkeğin dik dik bakmasına, laf atmasına alışmıştık.

Antakya’da yabancı olduğumuz belliydi. Tek bir kişi bile kötü gözle bakmadı. İnsanlar göz teması bile kurmadı. Bir şey sorduğumuzda herkes yardımcı oldu. İnsanıyla, esnafıyla, tarihiyle, kültürüyle çok güzel, çok medeni  bir şehirdi… Üç dinin ibadethaneleri yan yanaydı.

Şimdi o Antakya’dan geriye hiçbir şey kalmamış…

Antakya’nın o güzel insanlarının bir kısmı ölmüş, büyük kısmı şehri terk etmiş…  Antakya Belediye Başkanı İzzettin Yılmaz, kentte yaşayan gerçek nüfusun 800 bine yakın olduğu ve gün içinde çevre ilçelerden çalışmaya gelenlerle bu sayının 1 milyona çıktığını söyledi…

İsmini not almamışım, Google’de eski resimlerini buldum, aynı kişi mi diye defalarca kontrol ettim. Bir ayda çökmüş, başka biri gibi…

Belediyenin bütün birimlerinin yıkıldığını, kendisi de dahil belediye çalışanlarının depremzede olduğunu, çok sayıda belediye çalışanının depremde öldüğünü ve yaralandığını söyledi…

Geride büyük bir yıkım, enkaz kalmış…

Antakya’da iki katlı evler de yıkılmış, çok katlı evler de…

Antakya’da ve geçtiğimiz, gördüğümüz tüm yerleşim alanlarında yıkılanlar arasında yeni yapılan apartmanlar, siteler de var.

Hatta daha kaba inşaatı yeni bitmiş, dış sıvası yapılmamış binaların bile kolonlarının yamulmuş, darma duman olduğunu gördük.

Yeni yapılan binaların sağlamlığına dair algılar yerle bir…

Geçmişte Antakya güzel baharat kokan bir şehirdi… Şimdi garip bir koku var… Nefes almayı zorlaştırıyor.

Felaketin faturası müteahhitlere kesiliyor…

Ya bu binaları denetlemekle yükümlü olanlar…

Yapı denetim firmaları, yerel yönetimler, bakanlık bürokratları, imzası olan herkes sorumlu…

Bugün bir yapı kalfasının isyanını okuduk medyada; kolonların içine toprak doldurulmuş, betona su katılmış, işi bırakmış, Savcılığa da şikayet etmiş. Depremde çok sayıda reels’te inşaat kalfalarının demiri, betonu göstererek yaptıkları söve saya yaptıkları değerlendirmeleri  izledim. Bina denetimlerine deneyimli inşaat kalfaları götürülse verimli olur.

O kadar çok şey izledik ki TV ekranlarından… Deprem bölgesinde üst katları sapasağlam binalar gördük, giriş katı üzerine oturmuş; “muhtemelen kolon kesilmiş” diyoruz…

Başkası gemi gibi yan yatmış; “Zemin sıvılaşması!”

Kimisi un ufak olmuş; “Demirinden çimentosundan çalınmış…”

Yerle bir olmayan ama ağır hasarlı binaları gördükçe insanların canlı çıkmış olabileceğini umuyoruz…

Biz bu asrın felaketinde yaraların sarılmaya başlandığı bir dönemde, oluşundan bir ay sonra gittik bölgeye…

İnsanların enkaz altında kaldığı dönemde gidenlerin kesinlikle dönüşte yaşadıkları travma nedeniyle destek almaları gerekiyor…

Arama kurtarmaya katılan kişilerin sessizce gelip anlattıklarını burada yazmam mümkün değil.

Zaten kendileri de söylüyor “İyi değiliz…”

Nasıl iyi olunur ki!

Birazcık empati yapabilen, birazcık vicdanı olan herhangi birinin iyi olabilmesi zor.

Antakya’da henüz ara sokaklarda dokunulmamış enkazlar olduğu, o sokaklarda “Yaralı kedi, köpek ve kuş gibi evcil hayvanların dışında hiçbir canlının olmadığını ve ceset kokuları nedeniyle maskesiz dolaşamadıklarını fısıldıyorlar…

Muhtemelen can kaybı o enkazlara girildikçe daha da artacak…

BİNALARA BAKIŞ AÇIM DEĞİŞTİ

Bugün sokağa çıktığımda baktığım her apartmanı beynim Antakya, Nurdağa, Hassa, Islahiye, Kırıkhan’daki yıkılmış ya da hasarlı bina görüntüleriyle eşleştirdi.

Artık binalara, olası bir Bursa depreminde bu binada kaç kişi ölür, kaç kişi canlı çıkar diye bakıyorum…

Bursa’da vatandaşlar da korku içerisinde. Geçmişte konutlarının sağlam olup olmadığını öğrenmek istemeyen ev sahipleri bile belediyelere başvuruda bulunuyor…

Hepsi değil ama… Bursa’daki konutların yüzde 30’a yakınında kiracılar oturuyor.
Bu akşamüzeri konuştuğum bir kadın “Abla ben kiracıyım, ev sahibim aradı, dairenin kontrolü için belediyeye başvurduğum takdirde evi boşaltmamı istedi” dedi…
Ve şunları söyledi:

 “Sen ne yaptın? Üst kattaki daire sahibi olan komşumu ikna ettim, o gidip başvuracak, ona göre kendime yeni ev arayacağım da, onun sağlam olduğunu nereden bileceğim!”

Başka yerde oturan ev sahipleri, kiraya verdikleri dairenin binası çürük çıkarsa, kira gelirinden olmaktan korkuyor, kiracının canını umursamıyor!

Ne yazık ki böyle bir durum söz konusu…

Bugünlük bu kadar… Kalan izlenimlerimi yarın yazarım…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?