USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Hayata dair çeşitleme; çocukluğumun coğrafyası / Mollaarap  

05-11-2021

Geçenlerde Eşrefiler Caddesi’nde Yıldırım Belediyesi Osman Fevzi Efendi Köşkü’nün restorasyon çalışmalarını başlattı… Oraları çocukluğumdan beri iyi bilirim. Sanki doğup büyüdüğüm mahallem gibidir…

O günle ilgili izlenimlerimi yazarken, bir de baktım ki, yazı almış başını çocukluğuma gidivermiş… Öyle olmazdı, kopyalayıp, başka bir sayfaya yapıştırdım… Bugün fazla öksürüp tıksırınca kafam durdu. Kendimi çocukluğumla avutayım dedim; yedeklediğim yazıyı tıkladım…
Bu salgın nedeniyle paranoyak olduk. Hapşırdık mı, öksürdük mü insanın aklına ilk olarak “Korona” düşüyor.

Panik yapmadan düşününce, üşüttüğümü hatırladım; dün saçımı boyattım, kuaförden de başka yere gittim; 3, 4 saat dışarıda kaldım malum biz yaştaki hatunların saçına aklar düşeli çok oldu. Benim saçlar zaten 27 yaşında ağarmaya başlamıştı…

Ama işte Kovid bizi bir tuhaf yaptı; hapşırıktan bile nem kapar olduk. 2020 Mart’ına kadar hiç böyle dertlerimiz yoktu.
Tek hatırladığım çocukken İstanbul’daki kolera salgını…  Okulda aşı yapmışlardı. Enjektörler kocamandı; ya da korkudan aklımda öyle kalmış. Aşı yerine tentürdiyot sürdüklerini ve kolumun günlerce şiştiğini, ağrıdığını hatırlıyorum.

(Annemlerin anılarında ise Kuşpalazı, Tifo, Kızamık, sıtma, verem gibi hastalıklardan ölen yakınları vardı.  Annemin ilk erkek çocuğu, 5 yaşındayken Kuşpalazı’ndan ölmüş; hep anlatırdı onu….

Biz Kayhan Kirişçi Kızı Çıkmazı’nda doğduk, büyüdük. Ama Çocukluğumda Eşrefiler Caddesi / Mollaarap, Kerpiçhane ile Sakaldöken (Karaağaç) hattında oturan akrabalarımıza çok sık giderdik.

Hepsinin de aile büyükleri muhtemelen 1915’li yıllarda Saraybosna’dan gelmişlerdi…
Saraybosna’ya gittiğimde Boşnakların neden şehir ya da köylerde hep dağ eteklerinde, yamaçlarda yaşamayı tercih ettiklerini anladım…
Saraybosna’da otobüsle şehir turu atarken rehberimiz bize şehri tanıtıyordu. Tito dönemindeki şehirleşmenin şekilsiz sosyal konutları bizim şimdiki Doğanbey Toki ucubelerine benziyordu; sadece o kadar çok katlı değildi.

Onlardan sonra Avusturya Macaristan İmparatorluğu dönemi yapıları başlıyordu: tüm Avrupa kentlerinde görmeye alışık olduğumuz neobarok mimari özelliklerini taşıyorlardı.

Onlardan sonra ise Osmanlı döneminin Saraybosnası başlıyordu. Çarşıları, mimari yapısı ve doğasıyla Bursa’ya çok benziyordu. Yamaçlar tek ya da iki katlı evlerle doluydu. Bizim Mollaarap mahallesini andırıyordu.

Genetik kültür diye bir şey olmalı! İnsanlar farkında olmadan atalarının izinden gidiyor. Osmanlı bizim bazı aile büyüklerine Saraybosna’dan göç ettiklerinde deniz kenarından (Ayvalık’tan) yer veriyor. Ama onlar deniz kenarındaki yerleri bırakıp Karamürsel’in dağ köylerine kaçıyor! Şimdi o yerler için sülalenin bir kısmı mahkemelerde uğraşıp duruyor.

Sakaldöken’nin sonundaki iki katlı evde Kıymet Teyzemin babası Dedo, oğlu Salih Dayı ile Hasibe Yenge ve çocukları otururdu. 

Onun hemen üst köşesinde ise Fatma Abla ile Cevdet abi! Az aşağıdaki karşı sokakta ise Muzaffer Teyze ve babası… Fatma abla ile kardeştiler. Diğer erkek kardeşleri Kadir abi ile eşi Gönül Abla da Almanya’ya işçi olarak gitmeden önce o aralıktaki iki katlı eski evde otururlardı.

Muzaffer teyzeyi çok severdim. Bize her geldiğinde mutlaka birer mabel sakızı verirdi. Çok mutlu olurduk. O yüzden çocuklu eve gittiğimde ya da çocuklu aileler evime geldiğinde onlara verecek mutlaka bir şeylerim olur. Belki de bu yüzden sülalenin çocukları benim Muzaffer teyzeyi sevdiğim gibi, beni sevdi… Muzaffer Teyze; eşi Bilal’İ çok sevmiş, erken kaybetmiş, bir daha da evlenmemişti. Çocuğu da yoktu. Kardeşlerine ve onların çocuklarına çok sargındı.

Aaa şimdi hatırladım; Bursa’da baltalı bir katil vardı, katil akıl hastasıydı; tanımadığı insanların evine girmiş ve katliam yapmıştı. Baltayla girdiği ev Muzaffer Teyze’nin eşinin ailesinin yaşadığı evdi. Annem de tanıyordu öldürülenleri; çok üzülmüşlerdi. Biz çocuklar ise üzülmekten çok korkmuş; bir süre gece yalnız yatmakta zorlanmış, kâbus görmüştük…

Eşrefiler Caddesi’nin yanılmıyorsam Dağ sokakta tepeye doğru merdivenle çıkılan dik bir yokuşun sonundaki tek evde ise Kıymet teyzem, Mahmut Enişte ile çocukları Mustafa, Hamdi, Hayri, Murat ve Gülsüm (Sevinç) yaşardı… Çocukluğumuz hep birlikte geçti; birlikte büyüdük. Çok da eğlendik. Epeyce de yaramazdık. Kıymet Teyzem, Hamdi’yi öğretmenleri zekasından şüphe ettiği için Rehberlik’e götürmüş, zeka testi yapılmış ve üstün zekalı çıkmıştı.

Ağaç, dam tepelerinde gezerdik. En büyük eğlencemiz inşaatların ikinci katından kuma atlamaktı…

Dağ Çıkmazı’nın az ilerisinde ise Ziynet teyzenin kızı Fatma abla ile eşi Hasan abilerin evi vardı.  Eşrefiler Caddesi’nin ilerisinde Kerpiçhane civarında ise annemin çocukluk arkadaşı ve akrabası olan Muhibe Yenge ile Kazım dayı; çocukları Hüseyin, Gazanfer, Şerif, İbrahim, Memnune ve Kadriye yani Dere ailesi yaşardı. O zamanlar oralarda şimdiki gibi evler yoktu. Çayır çimen olan harman yeri bile vardı. Memnune akranımdı. Ne çok eğlenirdik birlikte. Bir de Hanuş ninemiz vardı, Ali Osman dayımın eşi Zehra yengemin annesi; onun da evi tepelerde bir yerdeydi.

Çocuk çocuğu arar… Annem bizi alır, Kayhan’dan ara sokaklardan Irgandı Köprüsü’ne oradan da Yeşil’e, gider; Sakaldöken bayırını tırmanırdık. O yıllarda her yere yürüyerek giderdik. Mollaarap şuracıktaydı bizim için…

Akraba çok olunca, haftada en az 2 kez o yokuşu çıkardık, ama hiç zor gelmezdi.

Onlar da her çarşıya indiklerinde çat kapı uğrarlardı. Öyle herkeste telefon falan yoktu; önceden aranıp da evde olup olmadığına bakılmazdı. Zaten kapılar da kilitli değildi. İpi çeken içeri giriverirdi… Kimse de bu habersiz geliş gidişlerden yüksünmezdi. Annem de geleni de hesaba katıp hep iki, üç kişilik fazla yemek pişirirdi. Şimdi o aile büyüklerinin çoğu hayatta değil. Adını geçirdiklerimden ölenlere rahmet, yaşayanlara sağlıklı ömür diliyorum.

Akrabaların birbirlerine geliş gidişlerine sevinildiği yıllardı. Biz çocuklar birlikte o kadar çok anı biriktirirdik ki! Kimimiz varlıklı, kimimiz yoksul, bazımız çok yoksuldu…

Ama aramızda hiç konusu olmazdı. Olan olmayana özellikle de çocuklara hissettirmeden destek olurdu.

Düğün, dernekte herkes işin bir ucundan tutardı. Evler… Özellikle de evler, herkesin evi az çok birbirine benzerdi. Biz çocuklar markanın M’sini bilmediğimizden, markalı bir şey istemek de aklımıza gelmezdi.

Tüm kız çocukları ağlayan bebek meraklısıydı. Babamın durumu biz çocukken iyiydi; ama nedense almamıştı işte! (Kazık kadar kadınken oğlum 7 yaşındayken Anneler Günü’nde bana ne istediğimi sormuştu. Saçlı oyuncak bebek demiştim. Kabul etmeyince ‘küpe’ demiştim. Çocuk da bana gidip altın küpe almıştı. Erkek kardeşimle çok dövüştüğümüzden kulağım kopar diye bana küpe alınmamıştı, dolayısıyla da kulağım da delik değildi!  Kulaklarımı komşu Remziye Hanım teyze kül ile ovalayıp yorgan iğnesiyle delivermişti!)

Naylon bebeklere entari dikip oyalanırdık. Erkek çocukları da telden araba, beşgen uçurtma falan yaparlardı. Yetinirdik. Zaten sokakta oynayacak bir sürü oyunumuz da vardı. Kızlar beştaş, sek sek, ip atlama oynardı; erkekler çember sürerdi.  Ama kız erkek ortaklaşa oynadığımız “Aç kapıyı bezirganbaşı”; “Yağ satarım, bal satarım” , “istop”; “Yakan top”; “Hüt”; “saklambaç”; “dondu” gibi bir sürü oyun vardı.

Velhasıl herkes birbirine benzerdi. Tüketim toplumuna dönüşmemiştik, henüz…

Herkesin evinde demir ayaklı, üstü tel hasırlı ya da şeritli somya, halılı sedir, şilte vardı. Sedirin içi saman dolu yastıklarının 2 küçük halısı evimde, hala kullanıyorum. Zamanla sedirlerin yerini arkası kütüphaneli çekyatlar aldı. Sonrasında iki katlı evler yıkıldı, insanlar apartman dairelerine çıktılar. Oturma grupları, yatak odası, yemek odası takımları derken, evler artık birbirine benzerliği kalmadı. O küçücük tek ya da iki katlı; kışın tek odasında soba yanan evlere sığan insanlar, artık birbirini iki ya da 3 artı 1 evlere sığdıramaz oldu.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?