USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

BİR GÜL YAPRAĞI SIRRI

09-09-2022

Hassasiyet sahibi Müslümanların küçük bayramı ve bayramlaşması.

Medarı iftiharımız Ulucami yine tüm heybetiyle karşılayacak hemşerilerini ve civarlardan akın eden ziyaretçilerini.

“Camiler yeryüzüne vurulan İslam mühürleridir” demiş büyükler.

Müminlerin ezan okunmadan randevu yerinde hâli hazır beklemesine çok ehemmiyet veririm. Benim de en çok haz aldığım en özel konumlarımdandır.

Çünkü Camiye sevdalananlar bilirler ki; “Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan 27 kat daha üstündür.”

Özellikle Ulucami’nin tarih kokan havasında insan daha bir huşuyla yöneliyor secdeye. Kırık bir kalple nefsini ezip te yerden başını kaldırmazsa mümin; Kerim’in Kerem’ine daha çabuk kavuşur.

Refah seviyesi ne olursa olsun, o yüce mabede girildiği andan itibaren herkes eşittir, birdir. Üstünlük ise sadece takvadadır.

Ve Cami’nin havası bedene geçmişse;  dışarının kasveti iç huzurla yer değiştirir. En güzel duygu da budur.

Müslüman bilmelidir ki; bunalmışlıklarla başını alıp gitmeye değil, uzun uzun secdede kalıp dua dua nefeslenmeye ihtiyacı var. Reçete ancak budur.

Saat gelmiş, aynı safta huzurla namaza durmanın vakti girmiş, vaaz dinleyenler gözleri yerde Ezan-ı Muhammediye’ye dikkat kesilmişlerdir.

Namazda huşu esastır ve buna mani olan ne varsa hoş değildir.

Her Cami kendini oraya ait hisseden cemaatinin ikinci adresi olmalıdır.

Hiçbir Müslüman kardeşimin aslında bilerek ve isteyerek o yüce mabede yabancılaşmasına inanasım olmasa da; dünyevileşme engelini aşamayanların içinin yandığı sohbetlere de tanık olmuyor değilim.

Ama insanın yeter ki içinde olsun. An gelir hayat bir cami avlusu şadırvanın da mümin kardeşinin ardında abdest sırası bekleterek hazırlar insanı namaza.

Her şey gönülden gelecek bir tövbeye bakar ve umutsuzluk Müslümana yakışmaz.

Birkaç yıl öncesi geliyor aklıma. Beylik düzü / Elmas bahçeler Camiinde imam izinli olduğundan farzı cemaatten Yemenli, tam hatırlamıyorum ya da Afgan olduğunu öğrendiğim bir abimiz mükemmel bir Kur’an tilavetiyle kıldırmıştı. Etrafıma şöyle dönüp bir baktım da; Cemaatin yarısından fazlası Afgan, Suriyeli, Iraklı ve Somalili Müslümanlar. Ümmet olmak ne hoş bir nimet. Farklılıkları zenginlik olarak görmek ve namaz sonrası çay bir ocağında sevgiyi yudumlayarak sohbetin, samimiyetin, tadına ermek, erişebilmek… 

Yüce Allah Camiyi ev edinenlere, rahmete ve sıratı geçerek Allah’ın  rızasına erişme garantisi vermiştir.”  Ne büyük nimet kıymet bilene.

Her vakit namazına temiz pak gösterişsiz mümkünse kapalı ve koyu renkli kıyafetlerle gitmek dinimizin emridir biliyorsunuz. Öyle ki; dışarıdan bakan bir yabancı dahi o kişinin Müslüman olduğunu anlasın.  

Bazen Medreselerden ırak Camilerde gözüme çarpıyor, özellikle gençler bu konuları maalesef çok hafife alıyorlar ve gayretsizler.

Olmadık sala sarpa kıyafetlerle şehirde geziyorlar, sonra da aynı şekilde huzura duruyorlar. Camileri boynu bükük bırakmamalarını takdir ediyoruz tabi ki ama;  üzerlerindeki itici garip kıyafetlerle mensup oldukları dinin motifi uyuşmuyor. Böyle olunca da ortaya garip bir görüntü çıkıyor ve sorgulanıyorlar. Kusura bakmasınlar bu şekil de daha da sorgulanacaklar. Çünkü dinimizin gerekleri ve olmazsa olmazı bir Adabı var. Bu ölçü hiçbir kimseye göre eğilip bükülemez esnetilemez teklif dahi edilemez. Yüce kitabımızda kaideler kat-i ve nettir.

Adam yatarken giydiği eşofmanla evden çıkıp onca yolu tepmiş, gezmiş gelmiş ve Allah’ın evi Beytullah’ın şubesinde bir de o kılıkla en ön safha kurulmuş. Bu ne cüret? Bunlar hep rahatlık alametleri. Acaba önem verdiği bir randevusuna bu kılıkla gidebilir miydi?

Bu vurdumduymazlıkların başı küçükken ezilmezse, büyüyünce içindeki o nefsani hayvan seni Cami yolunda da saptıracak emin ol genç kardeşim.   O yüzden boşuna denmemiş ağaç yaşken eğilir diye. Keşke daha önceden biraz kulak kabartsaydın da; Müslümanlar senin bu garip hâline şahit olmasalardı.

Ben bu tip hâlleri hiç bir Müslümana yakıştıramıyorum.

Dilim döndüğünce, yumuşak bir üslupla kırmadan bilgilendirmeye çalışsam da; elimden gelen yetersizliğin dorukların da geziyor. Bana da arkalarından dualarımı esirgememek kalıyor.

Oysa Cumalar çok önemli, müminlerin küçük bayramları.

Maneviyat içeren günlerin hassasiyetini idrak edip önceden daha tertipli düzenli iç açacak şekilde hazırlanmanın manen kazanımları vardır. Kişinin bunları göz ardı etmesi kendi kuyusunu kazması gibi bir şey.

Yaratanımızın varlığımıza kodladığı değerler yozlaştırılmadığı sürece seküler eğitime maruz kalınsa da;  sorumluluk duygularımız hâlâ geliştirilebilir. Ve nefes alındığı sürece kaybedilmiş bir şey yoktur. Tevbe yolu açıktır. Rabbim her kula istifade nasip etsin inşallah…

Bakıyorum, öte yandan diğer bir eksiğimiz de milletimizin namazlarda takke, başlık ya da sarık takma alışkanlığının zayıflaması olarak gözüme çarpıyor.

Oysa çantamızda bunları taşıyıp namaz saatlerinde pekalâ kullanabiliriz. Azığımızı bu dünyadan ne kadar fazla kırparsak o derece kârdayız. Sünnetler hafife alınmamalıdırlar. Yoksa Allah korusun Efendimizin şefaatinden mahrum kalırız.  Misvak, Takke ve özellikle Sarık ilk etapta en azından evde kullanılarak alışkanlıklar geliştirilebilir.

Bütün bunlar ve benzeri akideler kişiyi İslâm’a yaklaştırdığı gibi, sağlam bir Müslüman olması için de sarmalar kuşatır.

Müslüman bir defa namaz saatlerine göre yaşayacak ki; istikrarı yakalasın feyz ile şereflensin.

Ama, elbette kapıdan ayrılmayana sabredip bekleyene hediyeler gelir.  

Ne demiş atalar tekkeyi bekleyen çorbayı içer.

Yoksa bu yalan dünya üzerine basa basa gezdiği bahçede çiçek kalmamış diyenlerin çağı.

Sanki bedeni ölmüş ama üstünde olduğu at hala koşuyor.  Kendisi de yaşıyorum sanıyor.

Dinimiz son derece ince dokunuşları olan naif bir din. Sadece biraz araştırarak hem hâl olmak, her daim iç içe yakın durmak gerek.

Yukarıda Müslüman kardeşlerimizin eksiklerine değinirken aklıma bir menkıbe geldi.

Eski zamanların idrakiyle günümüzü karşılaştıralım ve iğneyi önce kendimize batıralım ne derseniz?

Efendim, Menkıbemizin kahramanı Molla Cami adlı bir derviş.

Muhteremin başından geçen hoş ibretlik bir anıyı sizlerle paylaşmak isterim.

Beş yüz sene evvel zamane bilginleri ve şairleri “Suskunlar Meclisi” adı altında bir topluluk oluşturmuşlar.

Buranın müdavimleri de Medrese görmüş, ilim irfan sahibi yüksek maneviyatlı zat-ı muhteremlermiş.

Yalnız, Meclislerinin üye sayısını 40 kişi olarak belirlemişler ve bu rakamında üstüne çıkmıyorlarmış. 

O divanda bulunmanın ilk şartıysa “Çok düşünmek fakat az konuşmak” olarak benimsenmiş.  Erişilmek istenen sır buymuş.

Bütün bu cemaati uzaktan takip eden şair ve ilim adamı kahramanımız Molla Cami adlı bir zat-ı muhterem de; bu meclisin üyeleri arasında olmayı çok arzu etmiş.

Günün birinde Suskunlar Meclisi’nin bir üyesinin vefat haberini duyunca;  onun yerine aday olmak için dergah’a varmış.

Kendisini karşılayan kapıcıya bir şey demeden adını bir kâğıda yazarak, o sırada toplantı halinde olan Suskunlar Meclisi’ne iletmesi için eliyle işaret etmiş.   

Meclis üyeleri bu kağıdı görünce biraz üzülmüşler.

Molla Cami o divana layık bir ulemaymış fakat; merhumun yerine birisi önceden alınmışmış. Yani yeni bir üye için yer yokmuş.

Meclis Başkanı bir bardağı tamamen suyla doldurarak kapıcı eliyle Molla Camiye göndermiş.

Zeki ulema dolu bardağı görünce durumu hemen kavramış. Bardak, bir damla daha olsa taşacak. Bunun üzerine hemen oracıktaki bir dal Gül’den küçük bir yaprak kopararak nazikçe suyun üstüne bırakmış. Bardaktaki su taşmamış. Kapıcıyı elindeki gül yapraklı bardakla birlikte hemen içeriye geri göndermiş.   

Meclistekiler bu kibar yanıtın manasını anlamışlar ve küçük bir tebessüm etmişler. Elbette zarif insanların oldukları makam başkadır diye düşünmüşler.  

Üyeler gönül yoluyla istişare ederek bu değerli kişiyi de aralarına almaya karar vermişler.

Başkan listeye Molla Cami’nin adını da ekleyerek, 40 rakamının sonuna bir sıfır daha yazmış ve mevcudu 400 yapmış. Bununla da;  Molla Cami’yle birlikte Meclislerinin değerinin on misli arttığını ima etmek istemiş.

Listenin son şeklini gören Molla Cami meseleyi anlamış. Fakat Molla rakamın yükselmesinden pek hoşlanmamış ve sağdaki bir sıfırı silerek kırk sayısının soluna koymuş. Yani 040 yapmış.

Alçak gönüllü Molla Cami böylece kendini solda sıfır sayarak bardağı taşırmıyor, o meclisinde yapısını etkilemeyeceğini söylemek istiyormuş bu tavrıyla. Durum bu şekilde karşılıklı jestlerle ve Molla Cami’nin dergaha kabul edilmesiyle neticelenmiş.

Evet sevgili dostlar, İslam dünyasından kısa bir menkıbe ile zamanlar arasında aleyhimize işleyen kısa bir yolculuğa çıkarak nefsimizle bir ölçüde yüzleştik.

Bir bizim üstüne yama yapıp kapatmaya çalıştığımız konulara bakın; bir de konuşmadan çareler üreten gerçek Müslümanların gönüllerine.

Bu ahir zamanda Gül yaprağı olmak elbette kolay değil.

Lakin, en azından toplum içindeki tavır ve hâlimizle doğruları yaparak dikkat çekmeyen Müslümanlar olmaya çalışabiliriz.

İslam’a uymayan yönlerimizi ulu orta deşifre edipte şahit toplamaya gerek yok. Biz bu kötü huylarımızı nasıl törpüleriz onun derdine düşelim.

Manevi ortamların dinginliğiyle yıkayalım temizleyelim ruhumuzu.

Molla Cami’nin girmek istediği meclisin durumuna nasıl uygun davrandığını sakın unutmayalım.  Kısacası İslam’ı İslami dilden yaşama gayretine girişelim.

Yük olmayıp yük almak ve gül yaprağı güzelliğine kavuşmak ancak o maneviyatı teneffüs etmekle genişler. Emek vererek ısrarla çabalayarak seherleri boş ve namazsız geçmemek gerek.   

Gül yaprağının sırrına kavuşanlar, sağdaki sıfır gibi bulundukları toplumlara güç katarlar. Onları daha da yukarı hedeflere taşıdıkları gibi soldaki sıfır misali de davranıp kimseye yük olmazlar.

Büyük güçlüklerle mücadele ettiğimiz hayat yolculuğumuz da, inşallah rabbim bizi de Gül yaprağının sırrına eren kulları listesine yazar.

Unutmayalım, müminin mümine duası en evlâ olandır.

Cuma’nın bereketi o kapıya dayanan tüm kulların üzerine olsun inşallah…

 

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?