USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Bir bayramı daha geride bıraktık…

06-05-2022

18’li yaşlardayken çalıştığım ofiste muhtemelen benim şu andaki yaşımdan en az 10 yaş genç, ama o yıllarda bize çok yaşlı gelen bir Nevin Ablamız vardı. 2021’de yitirdiğimkadim dostum Neriman Yiğit ile birlikte bayram öncesi gün sayardık; “Bir an önce bayram gelsin” diye…
O yaşlarda zaman bir türlü geçmek bilmezdi! Nevin Abla gözlüklerinin altından bize bakar, olanca bilgeliğince “Ah çocuklar, bir an önce gelsin bayram, diyorsunuz. Ömür geçiyor, ömür” derdi.
Hiç anlamazdık!

Tıpkı “Safrakesem, böbreğim, midem, ciğerlerim ağrıyor” dediğinde Neriman ile aramızda “İnsan böbreğinin, safrakesesinin, midesinin, ciğerinin yerini nasıl biliyor?” diye aramızda kıkırdaşıp güldüğümüz gibi!  Sahiden de anlamazdık. Zaman her bir organımızın nerede olduğunu çoktan öğretti… 

Bayramlar o yıllarda daha bir güzeldi. Anılarda bu kadar yer etmesinin bir nedeni de  sevdiklerimizin hayatta olmasıydı.

Kirişçi Kızı Çıkmazı’nın çocukları olarak bayram sabahını büyük bir sevinçle, heyecanla beklerdik. Bayram giysilerimiz alınırdı. O yıllarda hazır giyim gelişmemişti. Giysileri genelde kadın ve erkek terzileri dikerdi. Kazak hırka da ya anneler tarafından örülürdü, ya da örgücüler vardı, onlar ölçü alır üstüne göre, istediğiniz modelde örerlerdi.

Börekler, tatlılar bir gün önceden pişirilirdi, şekerler alınır, çocuklara harçlık olarak bozuk paralar bir çanakta hazırlanırdı.

Erkekler, erkek çocukları sabah namazına giderdi. Kahvaltı sonrası çocuklar önce komşuları ziyaret ederdi.
Kadınlar birer hanımteyze, erkekler de beyamca idi.. Hatta isimlerini söylerken yuvarlardık, dört, beş yaşlarındayken adlarının öyle olduğunu sanmıştım. Mesela Haççanımteyze Hatice Hanım Teyze idi! Ulviyanımteyze ise Ulviye Hanım teyze! Zülbiyanımteyzeler, Remziyanımteyzeler, Saimanımteyzeler,,, Şükriyanımteyzeler… Halisbeyamcalar…

Hepsi tek tek ziyaret edilirdi, ellerini öper, mendil ve şekerimizi alırdık. Akrabalar bize gelirdi; sonrasında da biz akrabalara giderdik.

Bayramın olmazsa olmaz irtüeliydi; şeker ve kolonya tutulur, çay börek, tatlı ikram edilirdi. Annemin yaptığı kadayıf muhteşem olurdu. Aaa, bir de her gelen misafirin ayağına terlik verilir, lavaboya girdiğinde beklenip ellerini yıkadıktan sonra havlu tutulurdu. Annem yaşadığı sürece bu adet bizim evde sürdü. Çoğunlukla unuturdum, kaşıyla gözüyle, anlamazsam sesli olarak hatırlatırdı hep.

Aaa bir de bayram öncesi komşu imecemiz vardı. Kayhan’daki Yedidal Kuruyemiş ve Şekerleme sahipleri kapı karşı komşumuzdu. Osman Beyamca kapalıçarşı’da erkek pantolon ceket kumaşı satardı. Oğlu Tuncay abi ise Yedidal Kuruyemiş’in sahibiydi. Eşi Günay abla, ailenin büyüğü ise Zülbiyanımteyze idi.

Tuncay abilerde lokum şekeri yapımına yardım ederdik. Kutulara lokumları aralarına pudra şekeri serperek dizer kutuyu kapatırdık. Tam bir mahalle imecesiydi; sonrasında da mahallenin ablaları kutuları ambalaj kağıdı ile paketlerdi.

Şimdi yazarken fark ettim; o lokumlardan  ikram etmezlerdi; özensek de yemek aklımıza gelmezdi. Onlar bayram günü satılmak içindi! Çok özenirsek, ertesi günü bayram paralarıyla gidip bir kutu lokum alırdık. Bir görev gibi yapardık.

Çok da güzel bir eski Bursa evleri vardı, hatta restorasyonuna rahmetli Basri Sönmez destek vermişti. Meridyen AVM yapılırken istimlak oldu. Eski Bursa aralığı AVM’ye yenik düştü, bomba atılmış gibi yok oldu gitti…

Artık bayramlarda insanlar birbirlerini telefonla bile aramaz oldu. WhatsApp’tan çoğunlukla toplu mesaj atılıyor.
Yine de insanlar bayramlarda birbirlerine gidip geliyor…. Uzun yıllardır Bayram’ın birinci günü evden çıkmam. İkinci günü genelde siyasi partilerin bayramlaşmalarına ayırırım. Bu yıl tüm bayramın tamamını kendime ve aileme ayırdım.
Zira siyasi partiler çoktan dini bayramların ruhunu unuttu. Bayramlaşmalar adeta hesaplaşmaya dönüştü.
Hele de ülke seçim atmosferine girmişken, siyaset gerim gerim gelişmişken; siyasilerin ağızlarından çıkanı kulakları duymaz oldu.

Ne yazık ki; Bursa’da siyasilerin bayramlaşmalarına ağır hakaretamiz sözler damgasını vurdu. İnsanlar niye bu kadar birbirinden nefret eder; niye bu kadar kırıp döker… Anlamak zor demeyeceğim, ama gereksiz…

Eninde sonunda herkesin yaptığı siyaset bir gün bitiyor… Ömür dediğinin limiti var; belki 90, 100 yaşına kadar yaşanır ama, o yaşta da siyaset yapılmaz!

BUGÜN HIDIRELLEZ!

Bayramlar gibi Hıdırellezlerin de tadı çoktan kaçtı. Geçmişe yolculukla başladık, devam edelim…
Çocukluğumuzun Hıdırellezleri gerçekten çok güzeldi.

Bir gece öncesinden araba, ev, bebek artık kim ne istiyorsa, resmini çizer, gül ağacının dibine gömerdi. Genç kızlar toplaşır, küplere ufak kağıtlara yazdıkları dilekleri bir de takılarını koyar, ertesi gün açarlardı.
Hıdırellez sabahı erkenden uyanırdık; bir gece öncesinden komşuların bahçelerinden ısırganları toplardık. Sabah erkenden herkesin kapısına ısırgan otları bağlardık. Ne anlama geliyor, hiç bilmiyorum. Yapardık işte.
Anneler, komşu hanımteyzeler, bir gün önceden yakılacak hasır yastıkları, çalı çırpıyı, odunu hazırlardı. Günün erken saatlerinde herkes sokağa çıkardı; Çıkmazın asfaltlı olan minik meydanında ateş yakılırdı. Herkes neşeyle ateşin üzerinden atlardı.

Kadınlar, çocuklar. Şarkılar söylenirdi. Çok eğlenirdik. Kaşlarımız, kirpiklerimiz tütsülenirdi; arada ateşin içine düşen de olurdu, ama hiç yanan birini hatırlamıyorum, ufak tefek yanıklarımız olurdu. Büyükler hazırda tuttukları çanaktaki yoğurttan yanan yeri sıvayıverirler, sonra yine ateşin üzerinden atlamaya devam ederdik. O gün okula falan gitmezdik.

Saat ilerlediğinde ateş yanan yer süpürülür, yıkanır, sonra kapı önlerine kilimler yayılır, küçük tüpte çaylar demlenir, kek, poğaça, börekler yenirdi. Kirişçi Kızı kadınlarının Hıdırellez’de kuzu çevirmişliği bile vardır…

3 FİDAN’IN 50. ÖLÜM YILDÖNÜMÜ

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilerek öldürülmesinin 50. Yıldönümü…

Deniz Gezmis, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972’de, bugün müze olan Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde sabaha karşı asılarak idam edildiler. İdam edildiklerinde Gezmiş ve Aslan 25, İnan ise 23 yaşındaydılar.

Hiç büyümediler, hep 25 ve 23 yaşında; üç fidan olarak kaldılar. İdam cezası ya da darbe koşulları olmasaydı, alacakları ceza belki de 14, 15 yıldı…

Üç Fidan’ın asıldıkları zindan, bir zamanların işkencehanesi, Ulucanlar müze oldu. Hayat böyle bir şey işte.

Türkiye’deki darbeler FETÖ darbe teşebbüsü hariç askerin iktidara el koyması, siyaseti tasfiye etmesi şeklinde gelişmişti. Asker darbeyi yapıyor, sonra da ellerindeki listelere göre insanları topluyor, yargılıyor ve idam ediyordu.

Bugün 1960’ta Menderes, Zorlu ve Polatkan da dahil olmak üzere darbe dönemlerindeki idamların haksızlığı, halkı sindirmeye yönelik politik idamlar olduğu biliniyor.

Eğer kumpas davaları sürecinde idam cezası yürürlükte olsaydı, FETÖ’nün ağırlaştırılmış müebbede mahkûm ettiği ve sonradan masumiyetleri ortaya çıkan onlarca kişi alelacele asılırdı. Zira ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası geçmişin idamına denk geliyor!

İşte bu yüzden idam cezasına karşıyım

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?