USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Hayata dair çeşitleme; çocukluğumun karlı kışları!

26-01-2022

Kayhan’da Kirişçi Kızı Çıkmazı’nda doğdum, büyüdüm… Küçücük bir çıkmazdı aslında!  İki tane üç katlı apartman vardı, kalanların hepsi müstakil tek ya da iki katlı eski Bursa evleriydi.

Bugünün bir apartmanında daha fazla daire vardır. Kirişçi Kızı sakinlerini bugünün bir apartmanındakilerden ayıran en büyük özelliği herkesin birbirine akraba kadar yakın olmasıydı. Güven, yardımlaşma, iyi ve kötü günleri paylaşma vardı. Tüm eski Bursa sokakları gibi bir hikayesi vardı.

Herkes birbirine gider gelir, komşuluk yapar, selamlaşırdı.  Apartmanlarda komşularınızın kim olduğunu bilmiyorsunuz… (Şükür ki, halen oturduğum apartmandaki, yan apartmandaki ve karşı apartmanımdaki komşularımın çoğunu tanıyorum. Hatta bahçedeki karşı apartmanlardaki bir iki komşuyla bire konuşuyoruz.)

Bizim kuşak karın tadını bilirdi her anlamda! Müthiş de keyfini çıkartırdı.
Kar yağışını bir felaket gibi görmek kimsenin aklına bile gelmezdi.

Şehirde sokakta yaşayan kimse yoktu. Dolayısıyla açıkta kalıp donan da olmazdı! Sokak çocuklarını ancak Kemalettin Tuğcu’nun romanlarında okurduk, çok ağlar, onlar için çok üzülürdük.

Kar yağışı ulaşımı etkilemezdi. Zira çok az kimse araç sahibiydi. Bizim aralıkta sadece Minnoş amcaların taksisi vardı.
Şehrin her yerine yürüyerek ulaşabilirdiniz. En uzak semt Hürriyet ile Teleferik’ti. Henüz Tofaş ve Organize Sanayi Bölgesi açılmamıştı; şehre göçle gelen yoktu. Şehir kaçak binalarla çarpılmamıştı.

Şu andaki kar yağışı okulların tatil olduğu döneme geldi, açık olsaydı, mutlaka kar tatili verilirdi. Bizim çocukluğumuzda okullarda kar tatili diye bir şey yoktu.

Zira okullar çocukların yürüyerek ulaşacağı mesafelerdeydi. Okul servisleri literatüre bile girmemişti. Araba ile okula gelen çocuk yoktu! Şehirde bir iki özel okul vardı, orada okuyanlar hakkında bir fikrimiz bulunmuyordu. Bize çok uzaktılar!

Okullarımızda soba vardı; sobanın başında toplaşır ısınırdık. Dersin ortasında okulun hizmetlisi koca kütükleri getirir sobaya atardı. Sınıfta üşüdüğümüzü hiç hatırlamıyorum.

Çocukluğumuzda kar yağdığında öyle üç beş günde kalkmazdı. Günlerce yağardı. Buzlanmış yollarda ayakkabılarımızın altına çorap geçirirdik.

Bir de kar yağdığında giymek için lastik çizmelerimiz vardı, su geçirmezdi. Ama karın boyu yüksek olduğundan kenarlarından içeri kar girer, kısa sürede çoraplarımız sırılsıklam olurdu. Karda kaya kaya okula giderdik.

Kar yağmaya başladığında gece sokağa çıkma yasağı kalkardı. Biz çocuklar, kartopu oynardık. Yerlere yatar, karda boyumuzu ölçerdik.

Aralığımız yukarıdan aşağıya hafif meyilliydi. Ayaklarımızla karları ezer, yolu buzlaştırırdır. Evlerden su taşır, yukarıdan aşağı suları dökerdik ki, ertesi sabah rahat rahat kızaklarımızla kayalım! Kendi kızak pistimizi yapardık.  

Hatta pistimizin ortalarda bir yerine karları yığar, üstünde tepinir, “g..  attıran” dediğimiz bir yükselti oluştururduk. Kızakla kayışımıza heyecan katardık. Aralığın en yukarısından aşağısına kadar kesintisiz kayardık.

Şimdi çocuklar böyle bir şey yapamaz; mahalleli o çocukları tepeler! Gerçi mahalleli de pek kalmadı; apartman ve site sakinleri demek daha yerinde olacak.
Yetişkinler çocuklara yerleri buzladılar diye hiç kızmazdı; zira gelenektendi. Herkesin normaliydi.

Anneler, soba küllerini kayma alanının yanlarına yürüyüş yolu oluşturmak adına dökerlerdi.

Hiç leğenlerle ya da naylonla kaymadık. Herkesin birer kızağı vardı. Kardeşimle benim de…

Bizim kızakların altında çelik şeritler vardı! Çok güzel kayardık; sokağın en hızlı kayanı aynı zamanda en afacanı kardeşimdi. Hala aralığımızın yaşayanları yaramazlıklarımızı anlatır.  Çok çocuk vardı aralığımızda, akranlarımız, bir iki yaş küçüğümüz, ablalarımız, abilerimiz…
Geceleri, tüm komşu teyzeler, ablalar sokağa çıkardı, onlar da kayardı. Bir de geceleri Balıkhane Yokuşu’na giderdik.

Bugünkü Meridyen’den Kayhan Çarşısı’na inen Kayhan Caddesi’ne… Kadınlar merdivenle kayardı. O zamanlar doğru düzgün araba filan da yoktu.

At arabaları vardı; kardeşimin Balıkhane yokuşunda  Keresteciler’in oradan karşıya geçen at arabasının tekerleklerinin arasından geçtiğini anımsıyorum.
Kartopu savaşları yaşanırdı. Kartopunun arasına taş konulması çok ayıp bir şeydi. Yabancı mahallede ya da okulda ara sıra başımıza taşlı kartopu atıldığı da olmuştur.

Kara, buza alışık bir nesildik. Büyüklerimiz karda nasıl yürüneceğini bilirdi. Bugünkü gibi öyle alt tabanları kara uygun kaymaz ayakkabılar filan yoktu. Çoraplar ne güne duruyordu.

Yamana yamana yamancak yeri kalmayan eski çoraplar atılmaz, karda kullanılmak için saklanırdı. (Annem çorabı bir terliğe geçirir ve yamardı.)

Ayakkabıların önüne geçirilir ve onlarla yürünürdü. Kimse de düşüp orasını, burasını kırmazdı.

Savaş geçirmiş nesildi büyüklerimiz; müsriflikten kaçınırlardı. Giysilerin sökükleri dikilir, yamanacak yeri varsa yamanır ve kullanılırdı.

Çocukluğumda kömür de yakılmazdı sobalarda! Odun yakılırdı, bacalarından beyaz dumanlar tüterdi, kokusu da hiç boğucu değildi, güzeldi.

Her evde bir kuzine vardı; üstünde çay demlenir, yemek pişirilirdi. Fırın kısmında ise tepsi yemekleri, börekler yapılırdı. Sobanın ateş yanan yerinde, küllerin içinde annem patates ve ayva pişirirdi. Tadını hala unutamam…

Herkesin evinde tek bir odada soba yanardı. Orada oturur, ders çalışırdık. Yatak odalarımız soğuktu.

Evimiz iki katlıydı, yatak odaları üst kattaydı, annem üşenmez yorganları aşağı indirir, ısıtırdı. Bir de sobanın üzerinde tuğla ısıtır, kağıda, havluya sarar, soğuk yatakta ayaklarımızı ısıtırdık. Yatakta tepişerek çarşafı ve yorganı ısıtmak da bir yöntemdi! Soğukta yatmaya alışıktık. Yorganı, battaniyeyi kafamızın üstüne çeker uyurduk. En zoru sıcak yataktan sabah soğuk odada kalkmasıydı.

Bizim kuşak karın tadını bilirdi. Her anlamda…  Kar yerdik. Remziyanım teyze, ‘karın temizlenmesini” beklerdi. Yani ikinci ya da üçüncü yağıştan sonra karı tabağa alır, üstüne pekmez döker, bir kaşık saplar elimize tutuştururdu.

Biz çocuklar annelerimiz “Boğazınız şişer” diye yasaklamasına rağmen çatılardan sarkan buzları taşla düşürür, onları da yerdik.

Sokakta oynarken bir, iki saat içerisinde üstümüz, başımız, ayaklarımız sırılsıklam olurdu. Eve gelir, üstümüzü değiştirir, sonra yeniden sokağa çıkardık. Annem ıslak üst başımızı soba yakınında kuruturdu. Annelerimiz üşenmezdi!

Aaa, bir de kardan adam yapardık. O günlerden bugünlere sadece kardan adam yapma geleneği ile kartopu oyunları kaldı. Bir de çocuklar naylonlarla kayıyor… Bizim çocukluğumuzda her çocuğun kızağı vardı, odunluklarda durur, kar yağınca çıkartılırdı.

Karlı kış geceleri komşulara gidilirdi. Haççanımteyze, Hamamlıkızıklı Hacıteyze, Saimehanımteyze, Ulviyanımteyze, Zülbiyanımteyze, Remziyanımteyzeler…

Hepsi de anneciğim gibi çoktan rahmetli oldu. Geceler de bir başka güzeldi! Kuzine sobalarda kestane pişirilir, mısır patlatılırdı. Y

aşlıların etrafında toplaşır, anlattıkları masalları dinlerdik. Hacı Arnavut Mustafa amcanın anlattığı “Dunganga, dunganga” diyerek anlattığı masalı hala hatırlıyorum. Hans ve Gretel benzeri bir öyküydü. Ormanda kaybolan çocuklar bir cadı ile karşılaşıyorlardı.
Sonra bir lodos eserdi, karı önüne katıp götürürdü…  Herkes de Bursa’nın lodosunu bildiğinden sobaları söndürürdü. Ne kar bir felakete yol açardı, ne de lodos can alırdı!

 Eriyen karların sel falan da yapmazdı. Gökdere gümbür gümbür akardı, tertemizdi. Okulumuzun yanı başındaydı, görürdük. Bursalılar kenarında balık tutarlardı.
Şimdi… Şehirler bambaşka bir şeye dönüştü. Bizim kuşağın günleri ile bugünlerin arasındaki fark çok açıldı. Bizim doğduğumuz dünya başka bir yerdi. Şimdi bambaşka dijital bir dünyada yaşıyoruz.

Çocukluğumda 2000 yılını hayal ettiğimiz bir resim çalışması istenmişti. Havada uçan daireler, ayaklarında cihazlarla uçan insanlar çizmiştim. Fiziksel olarak uçamadık, ama sanalda uçuşup duruyoruz işte…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?