USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Hayata dair çeşitleme; Gülten Erbilgin öğretmenimin anısına!

24-11-2021

Atatürk İlkokulu’nda okudum. Çok iyi bir okuldu. İlkokul öğretmenim Gülten Erbilgin’di. Çok severdim aynı zamanda da sayardım. Nurlar içinde yatsın, bugünümü borçlu olduğum insanlardan biridir…

O zamanlar okullarda dayak Cennet’ten çıkmaydı; çocuklar öğretmenlerine “Eti senin, kemiği benim” diye emanet edilirdi. Gülten öğretmenimin tek bir tokadını yemeden mezun oldum. Azarlaması yeterdi beni kahretmeye!

Genelde de yaptığım ödevleri, beden dersi için spor ayakkabıları gibi şeyleri evde; ders kitap ya da defterlerimi ise sınıfta unuttuğumdan; bir de okul bahçesinde oyuna dalıp sınıfa geç kaldığımdan yerdim zılgıtı.

Her zamanki ben işte! Nesneler değişti sadece; liste başında cep telefonu var, onu not defterlerim izliyor. Son birkaç yıldır bir yerden ayrılırken ya da bir araçtan inerken son kontrol yapmayı adet edindim; çok da faydasını görüyorum.

Bir de o telefonu şarj etmeyip, etmediğimi de unutmasam, açık sanıp kapalı kalmasa daha iyi olacak! Evde de anahtar, telefon, defter gibi şeyleri aynı yere koymayı alışkanlık haline getirdim. Bazen yanlış yere koysam da adım adım nereye gittiğimi hatırlayıp dolana dolana buluyorum. Yani insan hangi yaşta olursa olsun alışkanlıklarını değiştirebiliyor!

GÖZLÜK TAKINCA KARA TAHTA AYDINLANDI!

Sevgili Gülten öğretmenim sayesinde okuma yazmayı öğrendim… Bir de okumayı söktüğümü de öğrendim… Saçma gibi ama doğru cümle!

O yıllarda ilkokul 1. Sınıfta okuma yazmayı öğrenenlerin yakasına kırmızı kurdele takılırdı. Ben tahtada yazılanları okuyamıyordum. Okuyamadığım için de deftere de yazamıyordum.

Çocuk aklı işte; sanıyordum ki okuma yazmayı öğrenince bir şeyler oluyor ve tahtadaki yazıları görmeye başlıyordun…

Öğretmenim gözlerimin bozuk olduğunu fark etti, babamı çağırıp “Gül’ü göz doktoruna götürün” dedi…

Bursalıların kadrolu göz doktoru rahmetli Selçuk Nayman’dı. Ona gittik. Hakikaten de ileri derece miyoptum… Adam o numara tespiti için yuvarlak şeylere camları takmaya başladıkça benim dünyam da aydınlandı… 5,5 VE 6 numara miyop çıktım.

O günden sonra ben bir dört gözdüm… İstedikleri kadar kızdırsınlar, hiç umurum olmadı. Çok canımı sıkanlarla dövüştüm o kadar.

Biz iki kardeş zaten dövüşe boğuşa büyüyorduk, ikiz gibiydik aramızda 15 ay var! Sıkışınca o devreye giriyordu: benden küçüktü, ama onun da gözü çok karaydı… Benden 1 yıl sonra o da miyop gözlüğü kullanmaya başladı.

Gözlüğü Vakıflar Bankası’nın oradaki Gözlükçüye yaptırdık. Adı Lütfü Bey’di. Zaten o yıllarda Bursa’da tek tük gözlükçü vardı. Liseyi bitirinceye kadar gözlüklerimi hep orada yaptırdık… Sonrasında uzun yıllar lens kullandım.

Gözlükleri ilk taktığımda yolda yürürken babama “Babaaa, herkesin damında bizimki gibi kiremit varmış” dedim. Neden ilk gördüğüm damdaki kiremitlerdi, hala anlamış değilim.

En güzeli de dört gözlü olarak sınıfa gittiğim ilk gün öğretmenimin kırmızı kurdeleyi yakama takmasıydı. Sahiden de bir şeyler olmuş ve tahtada yazılanları görmeye, dolayısıyla da okumaya başlamıştım.

 O hızla okumaya öyle bir daldım ki; elimden kitabı kimse alamadı. Yemek yerken, hatta tuvalette bile kitap okuyordum.

İlk alınan kitaplar ikizlerle ilgili seri öykülerdi. Ne güzeldi; Finlandiyalı İkizler, Çinli İkizler, Eskimo İkizler… Değişik ülkelerdeki farklı yaşamları öğreniyordum. Kitaplar bana başka bir evreni açmıştı. Babam da okuma sevdamı destekliyordu.

Eve biri yerel olmak üzere 4 gazete, Hayat ve Doğan Kardeş dergileriyle bir de bilim dergisi düzenli geliyordu. Bilim dergilerinde galaksileri, samanyolunu, güneş sistemini, dinozorları, öğreniyordum…

Kitap kurdu olup çıkmıştım ya, Gülten öğretmenim de beni hep kitaplık kolu başkanı yapardı. Sınıf kitaplığındaki bütün kitapları çantaya koyar, eve taşır, okur, geri getirirdim. Bilirdi, hiç ses çıkarmazdı. Kitapları kaplar, listeler, numaralar, harçlığımdan yenilerini alıp kitaplığımızı zenginleştirirdim.

Çalışkan bir öğrenciydim. Öğretmenim de başarılı olduğum derslerde daha bir teşvik ederdi. Resim dersinde iyiydim mesela. Çok kitap okuduğumdan Türkçede de başarılıydım. Matematiği de çok severdim. Sadece yön özürlü olduğundan şu karşılıklı yola çıkan arabalara dair problemlerde zorlanırdım. Onları da ezberleyerek hallederdim. Öğretmenimiz hasta olduğumuzu anında fark ederdi! Ufak tefek yaramazlıklara da göz yumardı.

Tayyare Sineması’nın alt katında, Halk Kütüphanesi’nin Evlere Kitap Verme Servisi vardı. Büyük bir kütüphaneydi. Depozito ile abone olurdunuz, ödünç kitabı en geç 15 gün sonra getirmekle yükümlüydünüz.

Eve de çok uzak değildi. Zaten babamın ofisi de Tuz Pazarı’ndaki Han’daydı. O hanın koridorlarından aklımda kalan koridorlarının rutubet kokusu ile tuvaletlerindeki o keskin pis kokuydu. Sanırım cinsellikle ilgili ilk bilgileri tuvalet kapılarına çizilen resimlerden ve yazılardan, envai çeşit küfürlerden edinmiştim…

Gülten öğretmen dersi kitap ve defter sayfalarının kenarlarına resim yaparken daha iyi dinlediğimi bildiğinden hiç ses çıkarmazdı; ama uyarırdı, “Bak ortaokulda bir sürü öğretmenin olacak, seni ders dinlemiyor sanıp döverler” diye! Öngörüsü gerçekleşmişti; Necati Bey’de ortaokul 1’inci sınıfta Besin Dersi hocası kafamda vura vura defteri paralamıştı!

O YILLARDA ÖĞRETMENLER ÇOK SAHİCİYİDİ!

İlkokul öğretmenleri çok sahiciydi. Öğretmen olmayı ideal edinen çocuklar ortaokuldan itibaren 6 yıl öğretmen olmak Ortaokuldan itibaren 6 yıl öğretmen olmak için okumuşlardı. Öğretmen olmak isteyen, bu mesleği idealize eden çocuklar giderdi o okullara! Muradiye’deki kız öğretmen okulunun yatılı bölümü de vardı; köylerden, kasabalardan gelen başarılı kız öğrenciler parasız yatılıda okurdu.

Yani toplumsal fırsat eşitliği bir şekilde sağlanırdı. Şimdilerde köylerdeki yoksul ailelerin çocuklarını emanet edebileceği kaliteli devlet parasız yatılı okulları neredeyse yok! Bursa’nın yüz akı Çağdaş Eğitim Kooperatifi Kır Çiçekleri Kız Öğrenci yurdu gibi tam burslu kurumlar hariç!

Aldıkları eğitim şimdinin lise düzeyindeydi. Ama sadece görünüşte! Hiç kimseye beleşten diploma verilmezdi. Sınıfta kalma vardı; ilkokulda bile! Çift dikişli derdik onlara. Ortaokulda doğrudan geçen 5,6; takdir ve teşekkür alan 2,3 öğrenci olurdu. Ders müfredatları ağırdı. İlkokul, ortaokul ve lise son sınıfta, 3 yılda okuduğunuz bütün dersleri içeren mezuniyet sınavına girerdiniz.

Yani öğretmen okulu da dahil bütün ilk, orta ve lise düzeyindeki okullardan hak ederek ve bilgilenerek mezun olunurdu.  O yılların öğretmen okullarından mezun olan 1 öğretmeni şimdinin 10 hatta 20 Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği mezununa değişmem…

16, 17 yaşında mezun oldukları okullardan daha reşit olmamışken şark hizmetine gider, en ücra köylerde görev yaparlardı.

Haa, o yıllarda köylerde de okullar vardı. Okullarda köy ahalisiyle birlikte 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı, 19 Mayıs Spor ve Gençlik Bayramı, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlanır; 10 Kasım’da Atatürk anılırdı.

Artık pek çok köyde okul yok! Gidin Bursa’nın dağ köylerine, pardon kırsal mahallelerine! Çoğunda köy okulları bomboş, virane, yıkılmaya yüz tütmüş. Eski milletvekillerinden Kemal Demirel, tek tek köy okullarını dolaşmış, içler acısı hallerini fotoğraflamış ve bir sergide sergilemişti.

Onlar Cumhuriyet’in kıymetini bilen, kurucu felsefeyi özümsemiş, Mustafa Kemal Atatürk’ün yolunda yürümeyi ilke edinen, yurtsever öğretmenlerdi.

(Atatürk İlkokulu flamasının yazılı olduğu fotoğrafı ilkokul sınıf arkadaşım Oğuz Sınırtaş'ın sosyal medya sayfasından aldım;

Ben de çalışkandım gerçi ama o sınıfın en çalışkanıydı. Bir ara ikimiz de sınıf başkanlığına aday olmuştuk. Ben oyumu daha hak ettiğini düşündüğüm için ona vermiştim. Eskiden notları yüksek olana başarılı değil çalışkan denirdi. Zira başarının ancak çalışmakla geleceğinin genel olarak herkes farkındaydı.)

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?