USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Hayata dair çeşitleme / ‘İnsanlarınızı ertelemeyin!’

15-11-2021

“İşim çok!”; “Hastaydım!”; “Çocuklarla ilgilendim”; “Temizlik yaptım”; “Pazara çıktım”; “Moralim bozuktu!”

Velhasıl hayat gailesi işte…

Bir de mazeretlerin keşkeye dönüştüğü zamanlar var.

Ölüm gibi… 
İster kendi, isterse başkasının ölümü olsun… Her ölümde keşke var!

Çünkü herkesin hayatında ertelediği az ya da çok bir şeyler oluyor…
İşini ertelemeyen biri ailesini erteliyor; ailesini ertelemeyen işini! İlla bir şeyler çıkıyor!

“Şimdi pandemi var” diyeceksiniz!

Tatil yerlerinde, otobüslerde, uçaklarda, kafeteryalarda, pazar yerlerinde, marketlerde yok mu?

Vaaarrr…

En son ne zaman unutulmuş şarkılar gibi geçmişte kalan bir dostunuzu ya da yakınınızı ziyaret ettiniz?
Hadi  uzak geçmişiniz bir yana şimdiki zamana ait yakınlarınızı, dostlarınızı yeterince arayıp soruyor musunuz?

İlla bir “daha sonra”ya bıraktığımız birileri oluyor…

“İnsanı ertelemek” ise en telafisizi…

Salgın da var; ertelemeyelim… Kimin ne zaman öleceği belli mi? Değil…
Bugün uzak geçmişinizde sevdiğiniz bir insan… Yarın kendiniz!..  Zamanı geri çeviremeyeceğimize göre!..

Son iki, üç yıldır epeyce arkadaşımı yitirdim…

Ama sonuncusu beni çok etkiledi… Neriman Yüce Yiğit…

Zira gençliği paylaşmıştık.

İnsanın en çok, en kalıcı / iz bırakan anılarını biriktirdiği dönem gençliğidir…

Liseyi bitirir bitirmez Cumhuriyet Caddesi’ndekiBemteks’te işe girmiştim; henüz 17 yaşındaydım.

 Bir yıl kadar orada çalıştıktan sonra reşit olur olmaz SSK Altıparmak Bölge Müdürlüğü Muhasebe Servisi’nde başlamıştım… Küçücük bir odada dört kişiydik…

Bir Nevin ablamız vardı; emekliliği dolmuştu… Şefimiz Nuri Bey’di… Dönemin kurum avukatı Kadir Günak’ın torpiliyle girmiştim işe…

O yıllarda da torpil vardı. İşe girebilmek için kurumdan bir tanıdık olması yetiyordu.

Şimdiki gibi siyasi partilerin il yönetimleri, yandaş sendikalar, tarikatlar ya da cemaatler belirlemiyordu devlette kimin nerede çalışacağını…

6 aylık bir süre vardı; kazasız belasız atlattığında o zamanların tabiriyle “asaletin tasdik ediliyordu…”
Masalarımızda hani bir türlü sona erdirilemeyen işler için “sümen altı yapıldı” demir ya işte o meretten vardı…

Yazım güzel diye bana cari hesap defterini vermişlerdi… Gözüm bozuk, miyop astigmat da var; lens takıyorum ama bir yere kadar işe yarıyordu…

Takdim tehir yapıp duruyordum; yani 96’yı 69 yazmak gibi … Rulo kağıtlı elektrikli hesap makinesi Nevin Abla’nın tekelindeydi.

Yüksek müsaadesi olmadan kullanmak imkansızdı, biz de kollu Facit kullanıyorduk…

O boğucu ortamda, o basık, kışın buz gibi yazın cehennem gibi olan, renksiz, ruhsuz,  gri masalı, gri sandalyeli odada içimi açan, dayanabilmemi sağlayan tek kişi benden bir ya da iki yaş büyük daktilomuz Neriman’dı. Tanışır tanışmaz kaynaşmıştık… 
Nevin abla fıkırdayışlarımıza çok kızar “Tencere gibi kaynamayın, iş yapın” diye azarlardı. Şef olamayınca o da kendini bizim odanın fiili şefi atamıştı. Yediğimize, içtiğimize, güldüğümüze, hatta giydiğimize bile karışırdı.

Biz de “he hehe” der, bildiğimizi okurduk. Ben daha küçüktüm ya, Neriman beni Nevin Abla’nın hışmından korurdu. Çok temiz, titiz bir insandı. Beraber, odayı tepeden tırnağa temizlemişliğimiz bile vardı.

 Hak yemezdi, yedirtmezdi de!  Merhametliydi. Gerektiğinde kavga da ederdi. Ama biz hiç kavga etmedik. Hiç birbirimize kırılmadık.  Çok güzel gülerdi. Fotoğraflarda kahkaha atan var ya, işte o Neriman’ın ta kendisi!

Onun şen kahkahaları, kapısı her daim kapalı odadan koridorlara taşar, Müdür yardımcısı rahmetli Orhan Derin’in odasına kadar giderdi…Çok muhterem, iyi kalpli ve şimdilerde anlamını pekiştirdiğimiz liyakat sahibi bir bürokrattı.Bizim zıpırlıklarımıza hiç kızmazdı.

İşe girdiğim yıl çoğu ticaret lisesinden olmak üzere 30’un üzerinde yeni mezun işe alınmıştı. Sınıf arkadaşlarım bile vardı; Necla, Neşe, Şadiye, Hatice…

Ama Neriman’ın yeri başkaydı. Diğer arkadaşlarımla ancak tuvalette ya da yemekhanede görüşüyordum.

Her gün 2 saat mesaimiz vardı; yemek paydosunu çıkardığınızda 9 saat dip dibeydik.

Nevin abla “Ay safrakesem ağrıyor”; “Böbreklerim ağrıyor”; “Midem ağrıyor”; dedikçe aramızda kıkırdaşırdık; “Ya, insan safrakesesinin, midesinin, böbreklerinin nerede olduğunu nereden bilecek?” diye!...

Yıllar birbirinin üzerine yığılınca bilumum organlarımızın nerede olduğunu öğrendik…

 Öğlenleri Neriman ile Kültürpark’akaçardık; bir gazozu ikimiz içerdik. Parası olan olmayanla paylaşırdı.

Sanki kiloluşmuş gibi zayıflayalım diye yürür yürür, sonra da yol üzerindeki tatlıcıdan ekmek kadayıfı yerdik. Maaş alınca da Çiçek Izgara’ya gidip tavuk ziyafeti çekerdik. O yıllarda şimdiki gibi piliç çevirme şehirde sadece orada vardı.  Benim ayranı tuzlayıp çatalla karıştırmama, büyük bir iştahla elle tavuğu kemire kemire yememe çok gülerdi.

Paramız yoktu ama gönlümüz acayip zengindi.

Gençlik başımızda dumandı… Sevdalarımız vardı. Birbirimize her şeyimizi anlatırdık.

O zamanlar bir genç kız ile delikanlı arasındaki ilişkiyi tanımlayan sözcük “konuşmak”tı… Şimdiki gibi sevgili, flört gibi sözcükler yoktu.

Zira sadece konuşurduk. Sevdalar daha farklı yaşanırdı, daha değerliydi. Şimdiki gibi “Aşkım, aşkım”lagazlanan; saman alevi misali günübirlik ilişkiler hiç değildi.

Delikanlılar genç kızlara “sizinle arkadaş olabilir miyim?” diye sorar, birkaç kez ret cevabı aldıktan sonra da kendi yoluna giderdi. Şimdiki gibi kadınları bıçaklayıp doğrayan manyaklar ya da tecavüzcüler yoktu… Şehir daha bir güvenliydi.

Neriman da Bünyamin ile konuşurdu… Aralarındaki sevdanın yakın tanığıydım. Bünyamin Yiğit, o dönemde Besin İş Sendikası’nın başkanıydı… Kendisiyle pek çok greve gitmişliğim vardır. O da iyi arkadaşımdı.  Önce oğulları Barış dünyaya geldi. İlk doğumhaneye girişim Barış’ın doğumuyladır. Ödüm patladı ama arkadaşımı da yalnız bırakmadım. Hatta ebeye yardım bile ettim. Bir nevi ebe annesiyim yani… Sonra da kızı Ayşegül dünyaya geldi…
Derken işyerlerimiz değişti. Giderek daha az görüşmeye başladık. Görüşemesek de gönlümüz hep birdi.

Sonraları eşi Bünyamin Yiğit ile mesleki nedenlerle yolumuz kesişti… CHP il yöneticisiydi. Her görüşmemizde eski günleri yad eder, Neriman’a selam yollardım; “Hep bir gün görüşecektik…”
En son sosyal medya paylaşımına “Bursa dışındayım arkadaşım; dönüşte mutlaka görüşelim” diye yorum yapmıştı. Y

üz yüze görüşmeyeli uzun yıllar olmuştu…
Kısmet olmadı; Ah be arkadaşım, aniden bir kalp krizi ile yaşama veda ediverdi. Duyduğumda son yolculuğuna uğurlanmıştı; ona bile geciktim.

Nurlar içinde yat arkadaşım. Eşi Bünyamin Yiğit’e, evlatları Ayşegül Yiğit Ünal’a ve Barış Yiğit’e, torunlarına baş sağlığı ve sabır diliyorum…

Gençliğimin saf temiz bir parçası da koptu gitti sanki…

Hayat, insanlarla, biriktirdiğiniz anılarla bir bütün!

Ertelemeyin. Hele de insanı; hiç!

Yoksa geriye bakır çalığına bulanmış bir keşke kalıyor!

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?