USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Tersaneye siyaset istikrarsız, işçi sahipsiz

01-09-2021

Tersaneler yüksek hacimli ticari alışverişlerin yapıldığı gemi üretim tesisleri ve aynı zaman da çok büyük döviz girdisi olan işletmelerdir. Ekonomiye ise büyük katkıları var. 

Her türlü önlemin istemeyerek unutulduğu (!) pamuk ipliğine bağlı hayatların çile ile dolduğu, ölümün gölgesinde icra edilen en zor işlerdendir gemi inşaları. 

Tersanelerin sabahın köründe başlayan yoğun çalışma düzenini askeri kışlalara benzetirim ben. Kaptanlığım sırasında ilk kez tanık olduğum bu çalışma ortamlarının sonradan bizzat için de de yer aldım. 

Bir şekilde yolumun düştüğü bazı merdiven altı diye tabir edilen gemi inşa alanlarını anımsayınca ilk aklıma gelen ağız dolusu küfür edebilme serbestisi, orman kanunlarının belirlediği ilişki biçimleri ve akılların bu kadar birbirlerine yakın gezip dolandığı alabildiğine geniş mekânlar geliyor gözümün önüne. 

Bugün devletimizce desteklenen bu sektör dünya ile yarışır hale gelse de; bu konuyla alakalı hala dertlenmeler yakınmalarla karşılaşmıyor değilim.  

Sektörün en önem arz eden ve bir türlü çözülemeyen konusu alt işverenlik yani Taşeronluk meselesi olarak karşımızda hala bekliyor. 

Örneğin bir tersanede ortalama 500 kişi çalışıyorsa bunun 400’ü taşeron 100’ü tersane kadrosundan. Bir tersane de 20 taşeron firması görmek mümkün bazı az denetimli işyerlerinde.

Tüm bunların dışında da “Götürücü” diye tabir edilen alt taşeronlar denilen gruplar da türemiş. Bunlar da kendi firması olmadan işçi çalıştıran ustabaşıları olarak bilinip tanınıyor.   

İşte sömürünün başlangıç noktası burası. 

Birkaç yıl önce tersanedeki taşeron işçileri hangi firmada çalıştıklarını dahi bilmezdi. Sorulduğunda ise Ahmet Çavuş’un yanında Mehmet’in yanında Binali ustanın yanında diyerek tarif ederlerdi.

Peki bu süreç nasıl işledi, gelişti ve yuvalandı bu meslek grubuna?

Ustalardan ikili ilişkileri iyi olanlar Tersane yönetimi ile anlaşıp “Götürücülük” işini alarak önceden çalışmış oldukları kişileri yanına toplayarak işe koyuluyorlar. İlk gong böyle vuruluyor ve kartopu misali büyüyüp gelişiyor.

İşte bu adam kayırmacılığın sonucunda da tersaneler de yaşanan iş cinayetlerinin sebebi eğitimsiz taşeronlaşma ve kuralsız çalışmalar olarak böyle öne çıkıyor.  

Çünkü taşeronlaşma hem sendika örgütlenmesini engeller, hem de ucuz, eğitimsiz ve vasıfsız işçi çalıştırılmasının kapısını aralar. 

Eski tarihlerde devlet çatısı altındaki Tersaneler ölüm iş yerleri olarak değerlendirilmezmiş. 

70’lerde 80’lerde Cami altı ve Haliç devlete bağlı kurumlardı. Ve öyle kolay kolay ölüm haberleri de gelmezmiş bu Osmanlı mirası kızaklardan. 

Ama özelleşme ile birlikte kalabalıklaşan nüfus ve ucuz/vasıfsız işçi çalıştırma kolaylığı gemi inşa sektörünü bu belirsizliğe taşımış. 

Tersane ortamında müthiş bir emek sömürüsünden bahsediliyor. Hem de hırsızlık safhasında. Naylon faturacılık almış yürümüş. Denetimler yeterli uzmanlıkta değil.  

Sektörün emekçileri Tersane personeli ve Taşeron işçiler olarak duygusal bir ikileme bile girmişler. Etnik yapı kayırmacılığı, hemşericilik ve şovenizm tavan yapmış.

Taşeron işçilik iş güvenliyle alakalı ayakkabısını, tulumunu, eldivenini ve daha bir çok malzemesini dahi kendi temin eder duruma gelmiş bazı kör noktalarda. 

Tabi ki can güvenliğinden işçinin kendisi sorumlu tutulmuş uzunca bir zaman. Çünkü işverenin aldığı güvenlik tedbirleri esasında işçiden ziyade işverenin ceza almamasına yönelik işler olmuş. 

Bilen bilir gerçekten de tersane sahasında yürümeyi bilmek bile mühim bir şeydir.

Kimse için kolay değildir Tersanede görev almak. Başınızın üstünden geçen ağır tonajlı vinçler, sağınızdan solunuzdan dolaşan çok hareketli iş makinaları insanı alabildiğine tedirgin eden realitelerdir.

Geçerken göz ucuyla bakmanıza rağmen gözünüzü alan kaynak ışıklarına kendinizi kaptırmadan sıyrılmak öyle her babayiğidin harcı değildir.  

Calaskar, Cherrypicker, Lama, Menhol, Peç, Siil, Sintine, Balans, Kreyn, Döşek, Posta, Zincirlik ve daha birçok tehlikeli fakat gerekli olmazsa olmazlardandır bu gereçler.

Bütün bu ağır sanayi ve olumsuz çalışma şartlarına rağmen gemiler muazzam yapılardır. Benimseyenine insanın bu tarz yerlerde çalışması, bulunması hatta kendini buranın bir parçası olarak bile görmesi sektör elemanı için gurur vesilesidir. Çünkü gemiler emek verdikçe büyüyen, şekillenen ve olgunlaşan demir yığınlarıdır.  

Meslekte eski olanlar bilirler. Gemi denen taşıyıcının kendine özgü içsel bir ruhu vardır. Buraya iyi kanalize olan meslek erbapları ne demek istediğimi kolayca anlayacaklardır.

Bende pek çok seferde bu olağan üstü deniz taşıtlarının enteresan durumlarına şahit olmuşumdur. 

Bir Tersane çalışanı için şu gemiyi ben yaptım demek büyük bir gurur vesilesi ve ayrıcalıktır.  

Ağır sanayi olmasından dolayı sektördeki tersane işçilerinin çoğu piyasadan yetişmiştir ama; Türkiye’nin en iyi kaynak ve çelik konstrüksiyon ustaları da bu iş kolunda görev yaparlar.  

Dar alanlarda kısa paslaşmalarla tonlarca çeliğe şekil vermek ve adeta onlarla dans etmektir bir gemi inşa elemanı için. 

Bu çalışma alanlarında iş teslim zamanının kısıtlı olması, her işe acil gözüyle bakılmasına neden olmuştur maalesef.  

Bu ayrıntı, sektörün en hoşuma gitmeyen yanlarındandır gebe kaldığı iş kazası ve ölüm vakalarından dolayı. 

Allah tüm çalışanlara gerçekten dikkat versin. 

Seyahatlerim gereği birçok iş kolunun imalat yerini ziyaret etmiş biri olarak çok rahat söyleyebilirim ki; en ürkünç üretim tesisleri bence bu gemi inşa eden tersanelerdir.  

Kimi zaman filmlere hatta müzik kliplerine ev sahipliği yapmışlardır. 

Hiç unutmuyorum 1998 yılıydı. Bir şarkıcının klibi Tuzla’da hemen yanı başımız da çekilmişti de; tüm gemi personeli seyre olarak durmuştuk küpeştede.   

Yine geçmiş zaman. Bir denizcilik haber bülteninde okumuştum. Türk Tersanelerine giren bir gemide sintine temizliği yapan işçiyi arkadaşları fark etmeyince kapaklar üzerine kapanmış ve işçi tüm aramalara rağmen bulunamamış. Kayıtlara kayıp olarak geçen adam, aynı gemi 5 yıl sonra yine aynı tersaneye bakıma girince acı gerçekle karşılaşılmış. Kemiklerinin bulunması sonucu olay aydınlanabilmiş. 

İşte böylesine zor ve tehlikeli bir iş Tersane işçiliği.  

Deniz hayatım boyunca gemide kalmayı en istemediğim curcunalı yerlerin başında gelirdi Tersaneler.

Bir defa şahit olmuştum da garibime gitmişti. Sabahın köründe işe başlandığını duyurmak için alabildiğine ürkütücü düdük sesi çınlatmıştı iş alanını. Adeta 2. dünya savaşındaymışım hissine kapılmıştım.

Buralar çalışmak için yaşayanlara göre tasarlanmış demir perde ülke geleneklerini yansıtan yerler gibi sanki. 

Sörveylik yaptığım dönemlerden de hatırlıyorum, inanın çok titizlik gerektiren bir işlere şahit oluyorsunuz.

Azami çalışma saatlerinden dolayı çok çalışacaksınız ve çok öğreneceksiniz mecburen ama; aldığınız bu tecrübeyi bu iş kolu dışında kullanma ihtimaliniz bir hayli zayıf olacak.  

Oralarda tanıştığım bir ustanın kulağıma fısıldamasını hiç unutmadım. 

“Sakin ol. Kaptanı olduğun gemiler gibi burada da ağır ve sessizden yol al. Hayat biter gemiler bitmez”.

Dünya’da en çok yasadışı olayların yaşandığı yerler limanlar olarak bilinse de; Tersanelerinde onlardan aşağı kalır yanı yok. 

Bu sebeple nasıl bir işin içindesiniz iyi analiz etmelisiniz.  

Bir defa yabancı dil önemli. Hizmet alacak gemilerin çoğu yabancı bayraklı çünkü. Gemi tarafının organizatörlerinin büyük kısmı aşırı uyanık geçinen tipler. 

Sana yalan söyler. Kendi patronuna yalan söyler. Kontrolörlere yalan bilgi verir ama bütün bu yalan rüzgarından doğru iş çıksın ister. Tek amacı 5-10 000 $ kendine yontmak. Bu yüzden alabildiğince dikkat ve takip gerekir. 

Yüzer havuzlu bir tersanede çalışıyorsanız dalış operasyonları genel tatil günlerinizi kapsadığından bu lüksten isteyerek soyutlamalısınız kendinizi. 

Neden mi? Pilot’un geminizi getirmesini beklersiniz. Çünkü gemi havuza alınmadan işlerin startını vermeniz gerekir. 

Yıkama başlayacak, Elektrik verilecek, Lavra Tıpaları açılacak vs. bir yığın işlemler dizini sizi beklemektedir.  

Tüm bunlar yapılırken orada olup işleyişi notlar alarak takip etmek de fayda var. İnsanın böyle bir karmaşada bir kısım personel ile ters düşmemesi ya da aklını yitirmemesi için çok geniş olması gerek.

Haftanın her günü 7/24 demir uçlu özel ayakkabılarınızın sizi zorlasa da; ayağınızda olması lehinizedir. Her an bir yerlere bir şeylerin düştüğünü işitmek bile sinirlerinizi germeye yeter çünkü.  

Bu gibi geniş çalışma ortamlarında maalesef umarsız davranışlar da yok değil. Ustalar derki ben kaynatır geçerim. Ben boyar geçerim. Ben işimi yapar geçerim. 

Ve öylede davranır. Bakmaz asla geridekine, yanındakine, altından geçene.  

40 metre yükseklikte demir kesiyorsa 150 kg’lik demir parçası kafana inince zaten Allah rahmet eylesin. Öylesine buz kesen bir ortamın bir parçasısın. 

Bu tip işlerin hepsini günlük olarak muntazam bir şekilde takip etmeniz gerek. Çünkü her an bir telsiz çağrısıyla anında sorguya çekilebilirsiniz. 

Hatırlayamazsan seni bozarlar, suçlarlar, beceriksizlikle itham ederler ve kötü hissettirirler.

Gemi havuza girince zaten cümbüş başlar. Her yerden alevler fışkırır. Vinçler devamlı döner durur tepende. Tanklar dolar boşalır. Raspacılar kazımaya başlamışlardır. Kısacası ortalık toz dumandır. 

Boya atılmaya başlar ciğerlerinizi yaka yaka. Tinerden kafan güzel olur. 

Borular getirilir götürülür güvertede, ana makine dağıtılır ve tekrar toplanır. Bu saydıklarımın hepsi aynı anda aynı zamanda devam eder. 

Malzemeyi takip etmen şart. İşler bitince hesap çıkarman istenecek çünkü. Eline metreyi alıp ne kadar sac değişti. Ne kadar boru gitti. Ölçüp biçmek sende. 

Öylesine bunaltıcı bir çalışma ortamı yani. 

Neyse uzun bir çalışma uğraşından sonra gemi biter. Ve gemi ayrılacaktır artık.

Sana da 2 gün istirahat yazılır. Akabinde yeni gemi anlaşması ile döngü yeniden başlayacaktır.

Patron zenginleşecek. Taşeron sınıf atlayacak. Sen ise olduğun gibi kalarak sana takdir edilenle yetinmek durumunda olacaksındır. Sesin biraz çatallanmaya başladığında ise; hiç hoş olmayan bir karılık gelmez savunma kağıdı önüne konur. 

Şartlar gerçekten ağır. Makineler bile uyukluyor. Mühürlü atölyeler hastalıklı demir dolu. Ücretler kapalı kapılar ardından elden veriliyor. Sanayi gözyaşlarını saklıyor. Üretim çıktıları yaşamları eziyor. Acıya bulanmış gece ve gündüz fazla mesaide. Tornaya sokulan hayatlar da vaktinden önce bir tükenmişlik yüzlerden okunuyor. Bazen elmas deriyi yüzüyor. Mecburiyet ise hâlâ dayanıyor. 

Evet hâl ve durum gerçekten böyle bazı işletmelerde.   

Özellikle tamir tersaneleri rekabetin içinde olan yerler olduğundan, patronlar saçma sapan yatırımlar yapıp kendilerini bankaların kucağına atarlar. Bu yüzden de gerekli gereksiz irili ufaklı bütün tamir projelerini almak isterler. Buda gereksiz gemi yoğunluğu demektir. 

Sektörde yazar çizersin anlatırsın ama paranın yüzü daha tatlı gelir. Zengin olan yine kazanır. Eğer siyasi bir bağlantısı varsa devletten destek de alarak sektördeki büyümeyi hızlandırdık diyerek yapar basın açıklamasını yanında da poz poz fotoğraflar eşliğinde basar fiyakasını. 

Tabi ki bu büyüme onların arzuladığı gibi tavandan başlayan bir büyüme olacağından piyasa lordlarının sesi çıkmaz.  

Kayıran Allah cefayı çeken emekçiyi kayırsın. 

Bu iş dalına yıllarını feda edipte uzun yaşayamadan vefat eden akciğer kanseri tanıdıklarım var. 

Bugün elimden gelen ise arkalarından rahmet okumaktan öte değil.

Yıllar geçti, kuşaklar değişti taşeronlaşan Tersanelerin elim kaderi değişmedi.  

Burjuvanizm’in sömürü çarkları insan etiyle beslenip işçi kanıyla çark çeviriyor ne çare.  

Madenler, Tersaneler kan ve kemik anaforu artık.

Allah, pusuda bekleyen acı siren sesini bu millette çaldırtmasın.

Allah korusun… 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?