USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Paris Anlaşması’na paralel gelişmeler (2)

23-06-2020

. Geçen hafta sizlere Batı Afrika Ülkelerinde bu anlaşma hedefleri doğrultusunda neler yapıldığını aktarmıştım. Bu hafta da Avrupa’ya ve bize göz atalım.

Yenilenebilir enerji üretimini ve kullanımını savunanlar yıllardır, rüzgar ve güneş enerjisi üretimlerini geliştiriyorlar. Rüzgarla enerji üretim panellerinin monte edildiği rüzgar kulelerinin çoğu, dünyadaki karbon salınımı yoğun endüstrilerinden biri olan ve henüz karbon salınımlarını kesmeğe uygun, büyük ölçekli bir çözüm bulunamayan, çelikten imal edilmektedir.  Kule ne kadar yüksek olursa,  potansiyel olarak o kadar fazla rüzgar yakalar. Ancak çelik kulelerin imal edildiği alanlardan monte edilecekleri noktalara nakilleri de hem zor, hem de pahalıdır. 

Bu dar boğazı aşabilmek için araştırma yapan firmalar, rüzgar kulelerinin yenilenebilir bir sistem içinde oluşumunda yeni malzeme kullanımına odaklandılar ve sonunda üretiminde karbon salınımı olmayan ve düşük maliyetli lamine ahşap kule yapımında karar kıldılar.

Bu konuda yoğun çalışma yapan bir İsviçre firması, çelik kadar güçlü olan modüler lamine ahşap kullanımıyla ilgili bir yöntem geliştirdi ve patentini aldı. Böylece hem maliyetlerde düşüş sağladı, hem de çelik kuleler gibi imal edilip nakledilme problemini çözmüş oldu. 2022 yılında ticari olarak ahşap kuleleri imal etmeyi planlıyor. Ahşap enerji kuleleri yapımı ve kullanımında ön sıraya yerleşen İsveçli bir firma ile 100m yüksekliğinde olacak ahşap enerji kuleleri yapımı için bir anlaşma da imzaladı.

Yapılan araştırmalar, gelişmiş tekniklerle üretilen lamine ahşap malzemenin çelikten daha güçlü olduğunu göstermektedir. Modüler üretildiği için nakil kolaylığı vardır, üretiminde karbon salınımı olmadığı için de Paris Anlaşmasına uyumludur. Bu nedenle lamine ahşap enerji kuleleri, yenilenebilir enerji endüstrisinin en büyük iki sorununun üstesinden gelmektedir, yüksek maliyet ve yapım zincirinin karbon ayak izi. Bu endüstrinin içindeki firmalar, ahşap rüzgar kuleleriyle iklim krizi ile yüzleşmek için daha fazla iklim akıllı elektrik enerjisi üreteceğiz, diyorlar.

Bu arada İsveç, yenilenebilir enerji üretiminde Avrupa Birliğinde lider konumundadır, şu anda kullandığı elektrik enerjisinin %54’ünü yenilenebilir kaynaklardan, ağırlıklı olarak rüzgardan üretiyor ve 2040 yılına kadar %100’ e çıkmayı hedefliyor. 

Ahşap rüzgar kuleleri projesi sayesinde sahada monte edilebilen, sürdürülebilir şekilde modüler üretilen kuleler, rüzgar enerjisi endüstrisinde, mevcut çelik kulelerin yapımındaki üç zorluğu ortadan kaldıracaktır, maliyet yüksekliği, üretimde karbon ayak izi, nakliye zorluğu. Daha yüksek kulelerin yapım maliyetinin düşürülmesi, daha yüksek seviyelerde daha yüksek rüzgar hızlarını yakalanması, ülkenin tümünde rüzgar gücünün uygulanabilirliğini artırmak için kritik bir önem taşıyor. 

ABD’de mevcut çelik kulelerin kullanımına devam edilirken, üreticiler alternatif teknolojileri de araştırmaya devam ediyorlar. İsveçli şirket, yenilenebilir lamine ahşap kulelerin maliyetini azaltma ve artan kule yüksekliği ile güç verimliliğini artırma yolunda çalışmalarına devam ediyor. 

Ülkemizdeki duruma göz atarsak, halen toplam kurulu gücü 28.500MW olan 642 hidroelektrik santralda yılda 75.000GWh elektrik enerjisi üretiliyor, bu miktar yıllık tükettiğimiz toplam enerjinin %29’unu karşılıyor. Planlanan, projelendirilen ve inşaatı devam eden hidroelektrik santrallar tamamlandığında 14.000MW daha kurulu gücümüze eklenecek.  

Güneş enerjisi üretimimize gelirsek, 2019 yılı sonu itibariyle 6GW güçteki kurulumlardan 2019 yılında 1100MWh enerji ürettik. Her yıl 1,5-2GW gücünde yeni santrallar devreye giriyor. 

Rüzgar enerjisi üretimimiz daha hareketli, halen 172 santralımız var, 195 santral da yapım aşamasında, sonuçta yılda 17.800GWh enerji üretimi hedefleniyor, bu da yıllık enerji tüketimimizin %7’sine tekabül ediyor.

Batı Afrika ülkelerinde uygulandığı gibi, hidroelektrik santrallarla güneş ve rüzgar enerji sistemlerini bütünleştirerek oluşturulacak enerji havuzu sistemini uygulasak, hem verimi artırırız, hem de maliyetleri aşağı çekeriz. Türkiye’nin avantajı tüm ülke sathına yayılmış hidroelektrik santrallar var ve bütünleşecek rüzgar ve güneş enerjisi üretimi için iklim koşulları uygun ve Batı Afrika modeli doğru planlamalarla çok etkin biçimde uygulamaya sokulabilir. Hidroelektrik, rüzgar ve güneş enerji sistemlerinde yoğun çalışmalar yapan, gerek kamu, gerek özel sektör bu modeli de incelerse, inanıyorum çok daha üretken sonuçlara ulaşırız.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?