USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Deprem ve denetim 1

04-02-2020

Son yıllarda yaşadığımız ölümle, yıkımla sonuçlanan birkaç depremi hatırlayalım…
17 Ağustos 1999 Marmara Depremi: 45 saniye süren 7,4 büyüklüğündeki depremde resmi kayıtlara göre yaklaşık 18 bin kişi hayatını kaybetti, 20 binden fazla kişi de yaralandı. Maddi kayıplar inanılmaz boyutlarda. Özellikle İstanbul Avcılar'da, Gölcük'te, Adapazarı'nda ve Yalova'da yıkım çok büyüktü.
12 Kasım 1999 Düzce Depremi: 7,2 şiddetindeki deprem, 30 saniye içerisinde 845 kişinin hayatını kaybetmesine, 5 bine yakın kişinin de yaralanmasına sebep oldu.
2003 Bingöl Depremi: 6,4 büyüklüğündeki depremde 176 kişi öldü, pek çok kişi de yaralandı.
2011 Van Depremi: 2 hafta ara ile gerçekleşen 7,2'lik ve 5,6'lık depremlerle 644 kişi yaşamını yitirdi ve 2 bin kişi yaralandı.
Tüm bu can kayıplarının yanı sıra yıkılan binalar ve altyapılar… Evsiz kalan, aylarca konteynerlerde yaşamak zorunda kalan insanlar… İşyerleri yıkılanlar... Bunlar yalnızca son 20 yılın en büyük depremlerinin sebep olduğu kayıplar.
En sonunda da;
Ocak 2020 Elazığ - Malatya Depremi: 6,8 büyüklüğündeki depremde 41 ölü, 1607 yaralı, 45 enkaz altından sağ olarak kurtarılan…
Bunlardan önce ve aralarda yaşanan daha küçük depremler ve onların sebep olduğu can ve mal kayıpları... Henüz etkisi moral olarak hissedilen 5,8 şiddetindeki İstanbul depremi…
Peki yaşanan bunca felakete rağmen Türkiye'nin ciddi deprem riskleri taşıyan bir ülke olduğunun, depremle yaşanılmasını mümkün kılacak önlemler alınmasının elzem olduğunun anlaşılması için daha ne kadar bekleyeceğiz. Manisa Kırkağaç'ta meydana gelen 4,8 büyüklüğündeki deprem Bursa'da ciddi ölçüde hissediliyorsa bunu önemli bir uyarı olarak ülke gündemimizin önüne almalıyız.
Bakınız; geçen yıl 6 Ekim'de Bilim Akademisi üyesi Prof. Dr. Naci görür uzun zamandır Elazığ'ın depremselliği ile ilgili konferanslar verdiğini, bu konuda hazırlıklar yapılması gerektiği hususunda uyarılar yaptığını, ama pek bir şey yapılmadığını söyledi. İlaveten vurguladı.Tıpkı İstanbul'da olduğu gibi… Sn. Naci Görür'ün dışında birkaç Akademisyen daha konuyla ilgili görüşlerini açıkladılar, uyarılarını yaptılar.
Bizim; ülkemiz insanları ve sorumluları olarak tavrımız her olayda şöyle gelişiyor. Önce konunun üzerine heyecanla ve hızla abanıyoruz. Sonra bu istek yavaşlıyor ve kayboluyor.
Organizasyon olarak; AFAD gibi kuruluşlar, Belediye'lerin ilgili birimleri ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK'lar) olağanüstü, fedakârca çalışmalar yapıyorlar.
Ama sonrasında bir gevşeme başlıyor. Ta ki yeni bir sarsıntıya, yıkıma kadar. Devlet karar alıyor, vergi oluşturuyor, bütçeye yük olmadan gerekli yatırımları yapalım diye. Ama yine de olmuyor. Para tahsil ediliyor ama nasıl kullanıldığı çok net değil. Ayrıca deprem anında tahsis edilmiş olan Toplanma Alanları'nın da başka amaçlarla imara açıldığı söyleniyor.
Bütün bunlar 21. yüzyıl Türkiye'sine yakışmıyor. Artık Deprem olgusuna daha gerçekçi yaklaşmalıyız. Kentlerin yerleşimlerine ilişkin planlar dahil, bu konuda her aşamada, tekniğin, mimarlığın, mühendisliğin gereğini ciddiyetle yapmalıyız. Yalnızca projelendirme ve yapım değil denetimin de yasal bir zorunluluk olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.
Gelecek yazımda Denetim konusuna değineceğim.
Depremde ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?