USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Köy Enstitüleri gerçeği…

01-09-2015

İbretle okunacak bir hayat hikayesi...
Aşağıda okuyacaklarınız, Mehmet Uhri isimli doktorumuzun yaşadığı ve çok yönlü ders çıkarılması amacıyla internette paylaştığı bir anısını kapsar. Ben de, Köy Enstitüsü mezunu ve lise öğrencilerine özel matematik dersi verebilecek kadar matematik bilgisi olan, bir ilkokul öğretmeninin oğlu olarak bu anıyı, karar vericilerin, dar bakış acısıyla ve de siyasi geleceklerini garantiye alma düşüncesiyle attıkları adımların, uzun vadede topluma telafisi mümkün olmayan, ne büyüklükte zarar verdiklerinin, acı bir örneği olarak sizlerle paylaşıyorum, ders çıkarması gerekenlerin de önüne seriyorum…
Hikaye, doktorumuzun arabasıyla çıktığı yaz tatili yolunda, Balıkesirin Savaştepe ilçesi yakınında, arabasının su kaynatmasıyla başlıyor. Günlerden Pazar olduğu için her yer kapalı, tamirci bulmak zor, çevreden görenler kendisini Hüseyin amcayla tanıştırırlar;
“Elinde küçük bir alet çantası vardı, motora yaklaştı, sesini dinledi, kontağı kapatıp tekrar açtı, hiçbir yerine dokunmadan motorun uzun uzun çalışmasını izledi, motorun soğutma sisteminde bir arıza görünmediğinden, söz etti, bir süre daha bakındı, buldum galiba diye haykırdı.
“Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyorsa, araba su eksiltiyor, demektir, muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur dedi. Yola çıkmadan önce, arabayı bakıma soktuğum onca uzmanın çalıştığı servisin keşfedemediği sorunu, kısa sürede gördü ve hemen kalorifer sistemini, geçici de olsa, devre dışı bıraktı, sorunu çözdü, Hüseyin amca.
Teşekkür edip, borcumu sorduğumda, arabanın camındaki tıp armasını göstererek, “Doktorsun galiba, bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var, gelip bakarsan ödeşiriz, ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum, hem de çayımızı içer, soluklanırsınız.”
Hep beraber Hüseyin amcanın evine gittik, tek katlı, bahçeli bir evdi. Hanımın şikayetlerini dinleyip, muayene ettim, çoğu yaşlılığa bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup, iki de ilaç yazdım. Kadıncağızın yüzü güldü, teşekkür etti, çay hazırlamak için izin istedi. Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor, evin odalarını dolaşıyordu, bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde, evin bir odasının duvarlarının kitaplarla kaplı olduğunu gördüm, şaşkınlığım daha da arttı. Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli ilkokul öğretmeni olduğunu, 39 yıl devlet hizmetinde, Ege köylerinde çalıştıktan sonra, Savaştepeye yerleştiklerini anlattı. Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini, burada hanımıyla baş başa yaşadığından, dem vurdu. Neden buraya yerleştin, dediğimde;
Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Siz bilmezsiniz, unutuldu gitti, ben Savaştepe KÖY ENSTİTÜSÜ mezunlarındanım, Hasan Ali Yücel maarif vekili iken ilk köy enstitüsü burada açılmıştı, burada öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğrenmenin nasıl mutluluk verdiğini, ayrılamadım işte buradan.
Peki, tamircilik işi nereden çıktı?
Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek olduğunu, o zamanın okulları, sanırsınız. Oysa orada, bu toprağın çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra, çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat yapmayı, yemek pişirmeyi, bozulanları tamir etmeği, örgü örmeği, hatta az buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Velhasıl hayatı öğrendik ve öğretmen olup, hayatı öğrettik, çocuklara.
Yani elinizden çok iş geliyor.
Köy Enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeği, soru sormayı, aklını kullanmayı öğretiyorlardı, zaten bu yüzden yaşatmadılar ya…
Bu arada çaylar geldi, çayın yanında ekmek, peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı hazırlamıştı, Hüseyin amcanın hanımı. Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını, sofradaki zeytinin kendi ürünleri olduğundan söz etti,
Zeytinin hikmetini bilir misiniz? Meyveleri karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışız, kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız ve de giderek ona benzemişiz.
Nasıl yani?
İnsan da doğanın meyvesi değil mi? Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp, yağını çıkarıp, posasını da sabun yapıyoruz, yani heba olup gidiyor. Bir kısmı sofralık ayrılıyor, selede acı suyunu atmasını, buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp, daha şişkin, gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da öyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup, hayata hazırladığımızı sanıyor, ya şişiriyoruz, ya da buruşturup atıyoruz insanları.
Sizin Köy Enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi? diye, soracak oldum, hanımına bakıp, gülüştüler,
Hurma zeytini bilir misiniz? Bilmem, hiç duymadım.
Egenin bazı yerlerinde olur, ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır, bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır, dalında olgunlaşır zeytinler, toplandığında yemeğe hazırdır.
Eee…
Köy Enstitüleri de böyleydi, dalında olgunlaşan zeytinler gibi, insanları oldukları yerde yetiştirmeğe, onların bilgilerini de diğer insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı, doğup büyüdükleri ortamlarda olgunlaştırıyorlardı, hayata hazırlıyorlardı…
İşte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini hatırlatmak için buradayım, doktorcuğum, unutulsun istemiyorum…
Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti, vedalaştık, arkamızdan bir tas su döküp uğurladılar, bizi…
Not: Bu yazı, emekli öğretmen HÜSEYİN KOCAKÜLAH ve KÖY ENSTİTÜLERİNE EMEK VERENLERİN anısına ithaf olunur…

EKOHABER

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?