USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Türkiye’nin tarımsal gücü

15-11-2016

Geçen haftaki yazımda konu ettiğim tarım ürünleri ihracat potansiyelimizle bu konuyu bütünleştirdim ve bu köşede sizlere defalarca aktardığım görüşlerimi tekrarlamanın faydalı olacağına inandım. Gelin önce sahip olduğumuz değerlere bir göz atalım;
Ülkemizin 78 milyon hektar büyüklüğündeki yüzölçümünün yüzde 36’sına tekabül eden 28 milyon hektar tarım arazisine sahibiz. Bu arazilerin tamamı tarım yapmaya elverişli, 9 milyon hektarı ise sulanabilir, verimli tarım topraklarından oluşuyor ve halen 3milyon hektarı sulanıyor.
Gene ülkemizin yıllık tüketebileceğimiz su kaynağı kapasitesi, 15 milyar metreküpü yeraltından olmak üzere, toplam110 milyar metreküptür ve halen bu kaynakların yüzde 44’nü tüketmekteyiz.
Bu arada, hasat zamanı olması nedeniyle bugünlerde zeytin varlığımız gündemdeydi, 172milyon zeytin ağacımızla, İspanya, İtalya ve Yunanistan’dan sonra dördüncü sıradayız ve İspanya yılda 3 milyar dolar, İtalya 1,6 milyar dolar, Yunanistan 700 milyon dolar zeytinyağı ihraç ederken, biz 63 milyon dolar da kalıyoruz.
Tüm bunlara sahip olduğumuz dört mevsim iklim koşullarını eklersek, çok su isteyen çayı Doğu Karadeniz bölgesinde, çok sıcak isteyen muzu Akdeniz kıyılarında, diğer tarımsal ürünleri de ülkemizin her noktasında yetiştirebilme yeteneklerimizi de önümüze sereriz.
Bu bilgileri paylaştıktan sonra, sevgili A. Emin Yılmaz’ın yazısına dönelim “ …yakın geçmişe baktığımızda, tarımsal üretim için şunları anımsıyoruz, 80li yıllara kadar Türkiye tarımsal üretimde kendi kendine yeter ülke olarak görünüyordu. 80’li yılların ortalarından itibaren tarımsal ithalat politikaları gündeme geldi…’’ diyerek, çeşitli örneklerle, buğday ve mısırdan, cevize, muza kadar, hatta dilimizin dönmediği çeşitli meyve türlerine kadar, çok çeşitli gıda ürünlerini ithal eder olduğumuzu, devamında ise, dünyanın artan nüfusu ve büyüyen yoksulluk karşısında, Sayın Bakanın uyarısının öneminin arttığını vurguluyordu. “…İki noktada dikkatli olmalıyız, birincisi, Türkiye’nin yeniden kendi kendine yeter bir tarım ülkesi olmasıyla gıda sorununu çözmesi, ikincisi de, tarımsal üretimi şimdiden, yapılacak doğru hesaplamalarla artırıp, ileride dünyanın en gözde pazarı haline getirmesi. Sanayi devriminde çok yol almış ve önemli virajları dönmeği başarmış bir ülke olarak, gıda kaynağımız tarıma yeniden önem ve değer verilmesi umutları artırıyor.’’
Şimdi gelin bu bilgileri, yazımın başında anlattığım tarımsal yeteneklerimizle buluşturalım ve gene geçen yazdığım gibi, yağımız var, unumuz var, sütümüz/şekerimiz var, neden helvayı yapamıyoruz, sorusunu soralım kendimize, evet neden?
Çünkü, bilgi ocağımız doğru yanmıyor, ateşimiz yetmiyor, o helvayı pişirmeye… Bu vesile ile Sayın Bakanımıza sesleniyorum, önce tarımsal eğitim sistemini değiştirin, uygulamalı tarımsal eğitim düzenini kurun. Nasıl bir sistem diye soruyorsanız, yetkili birimleriniz, ABD, Almanya, İspanya, İtalya, İsrail gibi ülkelerde, özellikle ABD’de, uygulamalı tarım eğitimi nasıl yapılıyor, incelesinler, sonra bizim koşullarımıza dönüştürsünler. Aslında bu eğitim düzeni ülkemizde de, Köy Enstitüleri ile kurulmuştu, eğitim çağına gelen çocuklar kendi yörelerinin öne çıkan iş türlerine göre ve fakat uygulama içinde eğitiliyorlarmış, ne yazık ki siyasi kaygılarla kapatılmışlar. Köy Enstitülerinden yetişenlere köy ağaları söz geçiremez olduklarından, siyasiler üzerinde baskı kurarak kapattırmışlar. Ben yıllar önce, Güney Kaliforniya’da benzer bir eğitim kurumu içinde 1,5 ay kaldım, ağırlıklı olarak tarım/hayvancılık eğitimi veriliyordu, ama isteyen çocuk sanat eğitimini de tercih edebiliyordu. Çocukların tarlaları/ahırları vardı, derste öğrendiklerini uyguluyorlardı, üretim yapıyorlardı, ürettiklerini satıyorlardı, maliyet hesaplarını kendileri yapıyorlardı, kâr ederlerse kârın yarısı onların oluyordu.
Bugün kentlerimizdeki meslek liseleri sanayiye kaliteli eleman yetiştiriyorlar, haydi gelin benzer oluşumu tarım ve hayvancılık alanında canlandırın, ama kentlerde değil, üretim yapılan alanların göbeğinde, tarlalarda, meyve bahçelerinde, ahırlarda vb. yerlerde… Ayrıca her alanda araştırma enstitüleri kurun, bütün tarım ve hayvan türlerini, o yörenin ve piyasanın koşullarında, en kaliteli ve en verimli nasıl yetiştirileceğini araştırtın ve üreticilere uygulamalı olarak öğrettirin. Hemen aklıma gelen bir örnek, Yalova Meyvecilik Araştırma Enstitüsü yıllar önce ‘’Bodur Ceviz’’ türü geliştirmişti ve İnegöl’ün yamaç arazilerde, ki heyelan olan bölgelerdi, onlarla kol kola girerek, yamaçları teraslayarak ceviz dikimi yapmıştık. Fırsatlar kaçmış değil, çok değerli hazinelere sahibiz, haydi gelin geleceğin gıda savaşlarının galipleri içine yerleşelim….

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?